Çocuk sempozyumunda anadil vurgusu: Her ev bir okul olmalı

  • 15:25 11 Haziran 2022
  • Çocuk
 
ANKARA - HDP Çocuk Komisyonu'nun düzenlediği “Çocukluk Algısı ve Çocuk Politikalarında Yeni Arayışlar” sempozyumunda, devletin çocuklara ilişkin imzaladığı uluslararası sözleşmeleri uygulamadığı belirtilirken, çocuklar için anadilin ne denli önemli olduğunun altı çizildi, her evin bir okul olması gerektiğine vurgu yapıldı.  
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Çocuk Komisyonu tarafından düzenlenen ve iki gün sürecek “Çocukluk Algısı ve Çocuk Politikalarında Yeni Arayışlar” sempozyumu, katılımcıların konuşmalarıyla devam ediyor. 
 
‘Devlet taraf olduğu sözleşmeleri ciddiye almıyor’
 
Akademisyen yazar Aksu Bora, “Gökyüzü gibi bir şey” başlıklı konuşmasında, “Devletimiz taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri ciddiye almasıyla bilinmiyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne neredeyse 30 yıl önce taraf olduk ama sözleşmenin gereklerini yerine getirmekle ilgili ne yaptığımız, en hafif ifadeyle, belirsiz. Buna karşılık, öldürülmüş çocukların annelerini mitinginde yuhalatan bir cumhurbaşkanımız, zırhlı araçların çocukları ezmesine göz yuman bir içişleri bakanımız, koruma yurdunda kalan çocukları teşhir eden bir aile bakanımız var. Devletimiz çocukları koruyup kollamadığı gibi, onların bir takım tarikatların yurtlarında tecavüze uğramalarını, yangınlarda ölmelerini, intihar etmelerini problem etmiyor. Tersine, kendi sorumluluğunu ‘sivil topluma’ devretmenin hafifliğini yaşıyor. Devletlerin yeniden yapılandıkları son kırk yılda yaşadıkları türden bir hafiflik. Toplumsal eşitsizlikleri azaltan her türlü sosyal devlet uygulamasından kurtulup aslında ‘toplum’ fikrinden vazgeçerek varılabilecek bir hafifleme. Bu hafifliği güvenlik aygıtına dönüşmenin sonuçlarıyla dengeliyorlar: Bütün eşitlik taleplerini ve isyan kıvılcımını şiddetle bastırmakla. Böylece toplum, yeniden tanımlanıyor: Baskıyla ezilip havası alınmış’ bir kütle” sözlerini kullandı. 
 
‘Çocuklar yetişkinler tarafından terbiye edilmeleri gereken varlıklar değil’
 
Çocuklara karşı ayrımcılığın, son 40 yılın hikâyesi olmadığının altını çizen Aksu, “Çocukların yetişkinlerin (asıl olarak da babaların) mülkü oldukları fikri, hem çok eski, hem çok yerleşik. Bu fikir zaman içinde değişti, babanın çocuk üzerindeki hakkı (öldürmek de dahil olmak üzere) sınırlandı ama ‘eti senin kemiği benim’ sözünün ifade ettiği sahiplik iddiası, değişmedi. Çocukların yetişkinler tarafından terbiye edilmeleri gereken varlıklar olduğundan emin gibiyiz. Çocukları boğaz tokluğuna çalıştırmanın, onlara tecavüz etmenin, dövmenin, ıslahevlerine kapatmanın, dünyayı dar etmenin, geleceklerini yok etmenin başka bir adı olabilir mi? Çocuklara karşı ayrımcılık, tıpkı kadınlara karşı olan gibi, tek bir biçimde ortaya çıkmaz. Bu sebeple, çocuk düşmanlığını tanımak, tıpkı kadın düşmanlığını tanımak gibi, zordur. Öyle ya, bir eli yağda bir eli balda yaşayan onca çocuk varken, ‘çocuk merkezli aile’ diye bir şeyden söz edilirken, yıllık ücreti 100 bin lirayı aşan okullar varken… Üstelik, kadınlar kendilerine yönelik düşmanlığı görecek ve gösterecek bir politik hareketi, feminizmi var edecek güce sahiptiler ama çocuklar için işler çok daha zor: Nankör ve hain evlatlar olmanın yükünü taşımak kolay mı?” diye sordu.
 
‘Çocukluk sözleşmesine ihtiyacımız var’
 
Aksu, sözlerini şöyle sürdürdü: “İçinde yaşadığımız toplumu anlamaya çalışırken, bir takım giriş noktaları, kritik bazı sorular var: Kaynaklar nasıl dağıtılıyor, emek nasıl örgütleniyor, siyasetin örüntüleri neler gibi. Bence, bu sorulardan biri, önceki kuşakların çocuklara nasıl davranmış oldukları. Onlar için neler yaptıkları ve yapmadıkları. Çünkü, tarihçilerin çok iyi bildikleri gibi, çocukluk sadece biyolojik bir kategori değil, toplumsal ve siyasal bir tahayyüldür de. Tarihin farklı zamanlarında, farklı ekonomik, sosyal, kültürel ve politik düzenlemelerin konusu olmuştur. Yakın tarihe baktığımızda bu tarihselliği annelik ideolojisinin değişimi üzerinden okuyabiliriz, hem değişen ama hem de hiç değişmemiş gibi yapan o tuhaf ve güçlü fikirler topağı üzerinden. Eğer bir geleceğimiz olacaksa, bir çocuk politikasına, bir çocukluk sözleşmesine ihtiyacımız var.”
 
‘Yetimhanede her şey çok çabuk unutuldu’
 
Tarihçi, akademisyen ve yazar Nazan Maksudyan, sempozyuma online katılarak, “Çocukluğumuz olmadı çünkü Ermeni’ydik ve yetimdik: Ermeni çocukların soykırım tanıklıkları” başlığıyla sunum yaptı. 1913’te Sivas’ta soykırımdan sağ kurtulan çocuklar adına konuşacağını belirten Nazan, soykırımdan sağ kurtulan çocukların “yetimhane”lerdeki hikayelerini, yaşadıklarını anlattı. Nazan, “Ne yetimhane yöneticileri, ne kötü arkadaşlar… Küçücük bir çocuk olarak insanlığa, güzel bir geleceğe olan inancını yitiriyor. İyi insanların kaderinin mutlaka aydınlıkta olmadığını düşünüyor. Böyle bir dünyada her şey boş, her şey anlamsız onun için. Onlar her yerde çocukluğu olmayan arkadaşları olmayan çocuklar. Onlar için hayatın bir sırrı yok. Mutluluğun albenisi yok. Çünkü onların çocukluğu yok. Dilimiz bir insanın böylesine vahşi bir şeyi anlatacak kelimelerden yoksundur. İnsanlar ölenle ölemez, yaşamaya devam eder. Geride kalanlar için yaşamaya devam eder. Yetimhanede her şey çok çabuk unutuldu. Ölen çocuklar çok çabuk unutuldu” dedi.   
 
“Çocuk ve Müzik: Müzik eğitiminde anadilin önemi
 
Kürtçe konuşan Şêrko Kanîwar sözlerine, “Her bitki kendi kökünde yaşarır” şeklindeki Kürtçe atasözüyle başladı. Anadilin önemine vurgu yapan Şerko, “Parlamentoda hala Kürtçe ‘X’ olarak kullanılıyor ve değersiz görünüyor. Onlar bu konuda ısrar ediyorsa bizim dilimize daha çok sahip çıkmamız, daha çok Kürtçe konuşmamız gerekiyor. Keşke bu ülkede ve Kürdistan’da kreşten okul öncesinde kadar anadilde eğitim hakkı olsaydı. Ama madem devlet izin vermiyor biz de yerimizde mi oturacağız? HDP ve sivil toplum örgütleri dijital alanlarda okullar yaratabilirler ve kimse buna bir şey diyemez. Sadece Kürtçeden bahsetmiyorum diğer tüm baskı altındaki dillerden bahsediyorum. Düşünün ki milyonlarca matematik materyalleri var Kürtçe dijital medyada, bunların hangisi yasaklandı ve yasaklanabilir? Dijital alanlarda bu eğitimler yaratılırsa kimse buna karşı duramaz. Anadilde eğitimi devlet kontrolünden kurtarıp buna karşı politikalar yaratabilmemiz gerekiyor. Çocuklar dede ve nenelerinin diliyle eğitim görürse ancak o zaman yaşamın bir parçası olabilir. Devlet senden bu imkanları alsa dahi HDP gibi bir partinin elindeki imkanlarla eğitim olanaklarını oluşturması gerekiyor. Her evin bir okul olması gerekiyor” şeklinde konuştu.
 
Kürtçe ezgi seslendirdi
 
Ardından anadil ve müziğe dair konuşan Şêrko, “Neden halk müziği ve küçük yaş?” diye sorarak Kürtçe ezgi olan “Keleşo” şarkısını kendi dilinde eğitim almamış bir çocuk edasıyla seslendirdi. Ardından ise kendi seslendirmesiyle aynı parçayı okuyan Şêrko, kendi dili ve kültürüyle doğup büyüyen birinin ezgiyi nasıl seslendirdiği ile dili yasaklanan bir çocuğun aynı ezgiyi nasıl seslendirdiği arasındaki farkı anlatmaya çalıştı.
 
‘Çocuklar devletsiz bir konser verecek’
 
Kültürel hafızanın canlı kalması için anadilde, Kürtçe müziğin canlı kalması gerektiğine işaret eden Şêrko, Ma-Müzik Center’e değindi. Şêrko, “Bildiğiniz üzere 2016’da belediyelere kayyımlar atandı. Biz de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin altında ilk defa Kürtçe Aram Tigran Kültür ve Sanat Akademisi kuruldu. 400 çocuk ve ailelerine ‘bu topraklardaki çocukları müziksiz bırakmayacağımızın sözünü vermiştik. Kürdistan’da taş üstünde taş kalmasa bile. Şimdi de Ma Müzik’te 30 çalışan ve 650 öğrenci ile kültür ve sanat eğitimi veriyoruz. Anadilde eğitim temelinde çok dilli ve kültürlü eğitim veriyoruz. Kimi çocuklar henüz 2 yaşında geldi. Çocuklar akşam bir konser verecek. Hem de devletsiz bir konser verecek. Ne olursa olsun, cesur, mücadeleci alternatifler yaratılmalı. Hafızamız diri kalsın diye her yerde anadilimizde yaşamalıyız şeklinde konuştu.
 
Şêrko’nun konuşmasının ardından sempozyumun ilk oturumu sona erdi.
 
Sempozyum ikinci oturumunda konuşmacılarla devam ediyor.