Kadın özgürlüğü... (3)

  • 09:01 15 Kasım 2023
  • Dosya
 
 
Özgür Kadın Kültür Parkları
 
HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Kadın kitleleri için özellikle kentlerde düşünülen sığınma evleri değil özgürlük alanları oluşturmak gerekir. En uygun bir biçim de Özgür Kadın Kültür Parkları olabilir” değerlendirmesi ile kadınlar için yaşam alanlarının açılmasının önemini vurguluyor. 
 
 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne doğru giderken, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın savunmalarındaki değerlendirme ve tespitlerini vermeye devam ediyoruz. Abdullah Öcalan, bu bölümde, kadın için yaşam alanlarının oluşturulmasına dikkat çekerken, kadınla özgür düzeyde bir eş yaşamın olmasında aşılması gereken noktalara vurgu yapıyor. 
 
 Kadın Özgürlük Partileri
 
Yaşadığımız yüz yılı özgür kadın iradesinin yükseleceği bir süreç olarak ele alan Abdullah Öcalan, “ Yüzyılımızı da özgür kadın iradesinin yükseleceği bir toplumsal zaman olarak görmek gerçekçidir. Kadınlar için belki de yüzyıl gerekebilecek kalıcı kurumlar düşünüp oluşturmak gerekir. Kadın Özgürlük Partilerine ihtiyaç olabilir” diyerek kadınların örgütlenmesinin önemine işaret ediyor.  
 
Özgür Kadın Kültür Parkları
 
“Özgürlüğün temel ideolojik ve politik ilkelerini sağlayıp pratikleşmesini yürütmek, denetlemek, bu partilerin hem gerekçeleri hem temel görevleri olmalıdır” tespiti yapan Abdullah Öcalan, devamla şunları dile getiriyor: “Kadın kitleleri için özellikle kentlerde düşünülen sığınma evleri değil özgürlük alanları oluşturmak gerekir. En uygun bir biçim de Özgür Kadın Kültür Parkları olabilir. Ailelerin kız çocuklarını eğitemedikleri, düzen okullarının da bilinen yapıları nedeniyle Özgür Kadın Kültür Parkları ihtiyaç duyulan, uygun kız çocuklar ve kadınlar için temelinde eğitim, üretim ve hizmet birimlerini kapsayacak alanlar olarak çağdaş kadın tapınakları rolünü de oynayabilir.
 
Kadınsız yaşanamaz
 
Kadınsız yaşanamaz denilir. Ama mevcut kadınla da yaşanamaz. Gırtlağına kadar köleliğe batmış bir kadınlı-erkekli ilişki herhalde en çok batıran ilişkidir. O halde kapitalist sistemin sonul kaosundan gerçek aşklardan beklenen büyük gücü özgür kadın etrafında yaratarak çıkış yapmak, aşka gönül vermiş ve baş koymuş gerçek kahramanların en soylu ve kutsal işlerinden olsa gerek! Kapitalist modernite tüm liberal süslemelere rağmen eskiden kalma statüyü özgürce ve eşit kılmadığı gibi ek görevler yükleyip kadını eskiden daha ağır bir statü altına almıştır. En ucuz işçi ev işçisi, ücretsiz işçi hizmetçilik gibi statüler durumun ağırlaştığını gösterir. Üstelik en magazinsel reklâm aracı olarak istismarı daha da derinleştirilmiştir. Bedeni bile en çeşitli istismar aracı olarak sermayenin vazgeçmediği meta düzeyinde tutulur. Reklâmcılığın sürekli tahrik aracıdır. Özcesi modern kölenin en verimli temsilcisidir. Hem sınırsız zevk aracı hem en çok kazandıran köleden daha değerli mal düşünülebilir mi?
 
Daha çok nüfus daha çok sermaye demek
 
Nüfus sorunu cinsiyetçilik aile ve kadınla yakından bağlantılıdır Daha çok nüfus daha çok sermaye demektir. Ev kadınlığı nüfus fabrikasıdır. Sisteme çok ihtiyaç duyduğu en değerli malları, dölleri üretme fabrikası da diyebiliriz. Maalesef tekel egemenlik altında aile bu duruma sokulmuştur. Tüm zorluklar kadına malın değeri ise sisteme en değerli hediyedir. Artan nüfus en çok kadını mahveder. Hanedanlık ideolojisinde de böyledir. Modernitenin en gözde ideolojisi olarak ailecilik, hanedanlığın vardığı son aşamadır. Tüm bu hususlar fazlasıyla ulus-devletçiliğin ideolojisiyle de bütünleşmektedir. Ulus-devlete sürekli evlat yetiştirmekten daha değerli ne olabilir. Daha çok ulus-devlet nüfusu daha çok güç demektir. Demek ki nüfus patlamasının altında sıkı sermaye ve erkek tekellerinin hayati çıkarları yatmaktadır. Zorluk, kahır, hakaret, acılar suçlamalar yoksulluk, açlık kadına, keyfi kazancı ise beyine ve sermayedarınadır. 
 
Yaşamın tükenemeyeceğinin göstergesi 
 
Tarihte günümüzdeki kadar hiçbir çağ kadını çok yönlü istismar aracı olarak kullanma güç ve deneyimini göstermemiştir. Kadın ilk ve son sömürge olarak tarihinin en kritik anını yaşamaktadır. Halbuki köklü özgürlük eşitlik ve demokratlık yüklü bir felsefeyle kadınla düzenlenecek yaşam ortaklığı güzelliği iyiliği ve doğruluğu en mükemmel sağlayabilme yeteneğindedir. Şahsen kadınla yaşamı mevcut statüler içinde çok sorunlu olmak kadar çirkin kötü ve yanlış bulurum. Çocukluğumdan beri cesaretimin en zayıf olduğu bir konudur mevcut statü altında kadınla yaşamak. Cinsel güdü gibi çok güçlü bir güdüyü sorgulayacak bir yaşamdır söz konusu olan. Cinsel güdü yaşamın sürdürülmesinin hatırınadır. Kutsallığı olması gereken bir doğa harikasıdır. Ama sermaye ve erkek tekeli kadını o denli kirletmiştir ki bu doğa harikası yetenek, döllük fabrikası gibi en aşağılamış bir meta üreten kuruma dönüştürülmüştür. Bu metalarla toplumun altı üstüne getirilirken çevre de nüfusun ağırlığı altında (şimdilik altı milyar bu hızla giderse on, elli milyar nüfusla çevreyi düşünelim) an be an çöküşü yaşamaktadır. Şüphesiz bir kadınla çocuklu olmak özde kutsal bir olaydır. Yaşamın tükenemeyeceğinin göstergesidir. Sonsuzluğu hissettirir. Bundan daha değerli duygu olabilir mi? Her tür gerçeklik altında kendini sonsuzluğa kaptırmanın heyecanını yaşar. Özellikle günümüz insanında ise bir ozanın dediği gibi dölümüz oldubaşa bela olarak yaşanmaktadır. Bir kez daha birinci ve ikinci doğa ya ters sermaye ve erkek tekelinin büyük ahlaksızlığı çirkinliği ve yanlışlığıyla karşı karşıya olduğumuz inkâr edilemez.
 
Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak olasılık dahiline girer
 
Kadınla erkek arasındaki ilişkiler kavranmadan hiçbir toplumsal sorun ne yeterince kavranabilir ne de çözümlenebilir. Toplumsal sorunların temelinde kadın-erkek ilişkilerindeki sorunsallık yatar. Hiyerarşik ve uygarlık toplumunda kadına tek taraflı dayatılan evlilik kurumu; erkek egemenliğini çok yönlü inşa ederken belki de doğada hiçbir canlının yaşamadığı, yalnız insan toplumuna özgü bir bağımlılık, kölelik kurumunun da temeli atılmış demektir. İlk ezen-ezilen toplumsallık, sınıfsallık, ulusallık statüsü hep bu temel üzerinde yükselir. Her tür kavga ve savaşların da temelinde bu yatar. Uygarlık tarihi ve en son aşaması olan kapitalist modernitenin en çok örtbas ettiği, ters ve olumsuz yansıttığı, bu temeldeki kadının kölelik statüsüne ilişkin gerçekliktir. Kadının adı uygarlık toplumunda şeytanla özdeşleştirilmiş iken modernitenin sosyolojisinde konformizmin en uysal, ücretsiz ev işçiliğinin çocuk annesidir. Kadın yaşamına binlerce yılda zorba ve sömürgen erkek eliyle-aklıyla yedirilen kölelik düzeyinin tüm içerik ve biçimleriyle kavranması gerçekler sosyolojisinin ilk adımı olmalıydı. Çünkü bu alandaki kölelik, sömürü biçimlenişleri tüm toplumsal kölelik ve sömürü biçimlerinin prototipidir. Tersi de geçerlidir. Kadın yaşamına içerilmiş köleliğe, sömürüye karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesi ve bu mücadelenin kazanım düzeyi tüm toplumsal alanlardaki köleliğe ve sömürüye karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesinin temelidir. 
 
Kadını merkeze almayan mücadele özgürlüğü sağlayamaz
 
Uygarlık tarihinde ve kapitalist modernitede yürütülen özgürlük ve eşitlik mücadelesinin doğru temelde gelişememesinin ve güçlü başarıya yol açamamasının temel nedeni de kadına yaşamda içerilmiş ve biçimlendirilmiş kölelik ve sömürü kurumlarının, zihniyetlerinin yeterince kavranamaması ve bunlara yönelik mücadelenin temel alınamamasıdır.  ‘Balık baştan kokar’. Temel, doğru ve sağlam olmayınca geriye kuracağın bina ufak bir sarsıntıda yıkılmaktan kurtulamaz. Tarihte ve günümüzde yaşanan gerçeklik de bunun sayısız örnekleriyle doludur. Dolayısıyla toplumsal sorunları çözmeye çalışırken kadın olgusu üzerinde yoğunlaşmak; eşitlik ve özgürlük çabalarını kadın yaşamı üzerinden kaynaklandırmak hem temel araştırma yöntemi, hem de tutarlı bilimsel ahlaki ve estetik çabaların temeli olmak durumundadır. Kadından yoksun bir araştırma yöntemi, kadını merkeze almayan bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi hakikati kavrayamaz, eşitlik ve özgürlüğü sağlayamaz.
 
Öncelikle yaşamın gayesini sorgulamak gerekir
 
Kadını öncelikle tanımlamak, toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru olarak tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezi bir konumdadır. Biyolojik açıdan da bu böyledir. Erkek egemen toplumun kadın statüsünü alabildiğine düşürmesi ve silikleştirmesi, kadın gerçekliğini kavramamızı engellememelidir. Yaşamın doğası kadınla daha çok bağlantılıdır. Kadının toplumsal yaşamdan alabildiğine dıştalanması bu gerçeği yanlışlamaz, tersine doğrular. Erkeğin zorbaca yok edici gücü, kadın şahsında aslında yaşama saldırmaktadır. Toplumsal egemen olarak erkeğin yaşam düşmanlığı, yok ediciliği, yaşadığı toplumsal gerçekliğiyle yakından bağlantılıdır. Bu yargımızı evrenselleştirirken enerji-madde ikilemini esas alabiliriz. Enerji, maddeye göre daha esastır. Maddenin kendisi yapısallaşmış enerjidir. Enerjiyi saklamak, varlıksallaştırmak için form kazanmış biçimi oluyor. Madde bu özelliğiyle enerjiyi kafeslemekte, akışkanlığını dondurmaktadır. Her madde formunun enerji payı farklıdır. Zaten bu enerji farklılığı; maddi formların, yapıların farklılığını belirlemektedir. Kadın maddesindeki, formundaki enerjiyle erkek maddesindeki enerji farklıdır. Kadında taşınan enerji hem daha fazla hem de niteliği farklıdır. Bu farklılığı doğuran kadın formudur. Toplumsal doğada erkek enerjisi iktidar aygıtlarına dönüştüğünde maddi formlar, biçimler halini alır. Biçimler tüm evrende soğumuş enerji olarak tutucudur. Toplumda egemen erkek olmak, iktidar biçimciliği haline gelmektir. Taşıdığı enerji ağırlıklı olarak form kazanmıştır. Form haline dönüşmeyen enerji azdır ve çok az kişilikte yaşanır. Kadında ise ağırlıklı olarak enerji form haline, biçimselliğe gelmez. Enerjisi akışkan halini korur. Erkek formunda, kafesinde tutuklanmazsa yaşam enerjisi olarak akışkanlığını sürdürür. Dondurulmamış kadındaki güzellik, şiirsellik, tını kabiliyeti (anlam potansiyeli) bu ağır basan enerji haliyle yakından bağlantılıdır. Bu gerçekliği kavramak için canlı yaşamı daha derinliğine kavramak gerekir. İnsan yaşamına kadar gelen bir yaşam evrimi kısmen tanımlanabilir veya tanımlanmalıdır. Öncelikle yaşamın gayesini sorgulamak gerekir. Niçin yaşıyoruz? Yaşam niçin kendisini sürdürüyor, besliyor ve koruyor? Herhalde yaşamak için beslenmek, korunmak ve üremek gerekir demek cevap için yeterli değildir. Bundan öteye sorulacak soru niçin ürüyoruz, beslenip korunuyoruz? denilecek ki yaşamak için. O zaman kısır döngüye düşmüş oluruz. Kısır döngüye düşmek cevap değildir. İnsana kadar bir enerji biçimi olarak evrimleşen, gelişen zihniyet seviyeleri, anlama olgusunun cevap için bazı ipuçlarını verebileceğini gösteriyor. Evrenin insana kadarki evrimi hep gelişen bir anlam gücünü gösteriyor. Evrendeki gizli veya potansiyel gerçeklik sanki hep açığa çıkmak, anlamak ve anlaşılır olmak gibi bir sonuca varmak istiyor. Anlama, anlaşılma ihtiyacı evrimin temel dürtüsüdür. Bu noktadan sonra sorulması gereken soru, anlamanın, anlaşılır olmanın kendisine ilişkin olmalıdır. Anlamak, anlaşılır kılınmak istenen şey nedir? Kutsal Kitap’ta şöyle bir hüküm vardır; “Allah der ki ben bir sır idim, bilinmek için evreni yarattım”. Sorumuza belki bir yanıt olabilir. Ama yeterli değil. Bilinmek ihtiyacı, anlamı tam kanıtlamaya yetmez. Fakat yaşamdaki sırrı kısmen ifşa eder gibidir. Hegel’in mutlak tin tanımı da buna benzer bir anlama sahiptir. Hegel’de mutlak tin ile evren, kendine bilinçli olarak dönmüştür. Bilinmek istenen evren bunu fiziki, biyolojik, toplumsal aşamalardan geçerek bilincin en yetkin hali olan felsefi bilinçle yani mutlak tinle kendini bilinmiş kılmaktan tatmin edilmiş bulunmakta; böylelikle kendini bilinmiş evren kılarak macerayı tamamlamaktadır. Önemli hakikat paylarını taşıyan bu yargılar, yaşamın gayesini anlamla özdeşleştirmektedir…”
 
Erkek egemen hegemonik iktidardan kurtulmak
 
Kadınla yaşamın erkek egemen hegemonik iktidar olgusundan kurtulması gerektiğinin altını çizen Abdullah Öcalan,  “Kadının hükümranlık altındaki yaşamı, doğurganlığıyla milyonlarca yıl insanlığı yaşattığı halde kapitalist moderniteyle ironik biçimde yaşamın sonunu getirmektedir. Mevcut statükoyla kadınla yaşam, yaşamın sonunu haber vermektedir. Bu gerçekliğin sayısız işareti vardır” değerlendirmesi yapıyor.  
 
Erkek egemen hegemonik iktidarın ortaya çıkardığı sorunları da Abdullah Öcalan, şu temel başlıklar altında sıralıyor: 
 
“* Nüfusun gezegene sığamama ve diğer canlı türlerini tehdit altına alma aşamasına varılmıştır. Bu tarz yaşam, yaşamın doğallığını, ekolojisini her geçen gün artan hızla tehdit etmektedir.
 
* Toplumların içinde ve dışında sınırsız iktidar şiddetine yol açmaktadır. Militarizmin düzeyi bu gerçekliği yeterince kanıtlamaktadır.
 
* Cinselliği korkunç bir istismar aracına dönüştürmüştür. Kadın cinselliği üzerinde korkunç bir baskı ve sömürü geliştirilmiştir. Yaşam tümüyle saptırılmış, kendini anlamsız tekrarlayan bir cinsel sapıklıkla neredeyse özdeş kılınmıştır.
 
* Kadın, giderek toplumdan silinirken zorunlu soy sürdürme ve cinsel meta aracına, en ucuz iş gücüne dönüştürülmüştür. Başkaca bir anlamı yok gibidir.
 
* Kadın üzerinde adeta kültürel bir soykırım yürütülmektedir. Ancak cinselliği, soy sürme rolü ve ücretsiz/ucuz ücretli işsizler ordusu olarak değer ifade etmektedir. Kendini fiziki, ahlaki ve anlamsal olarak savunabilecek öz güçten yoksun bırakılmıştır. 
 
* Kadının bu etkenler altında yaşadığı ve anlamsız yaşamın pençesinde kıvrandığı bir toplum ancak hasta bir toplum olabilir. Anlamsız kadının toplumu da anlamsız olur.
 
Daha da artırılabilecek işaretler kadınla eş yaşamın köklü bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu gayet açık ve ivedi kılmaktadır. Korunmasız ve mülk olarak kadınla özgür yaşam mümkün olamaz. Ahlaken de mümkün değildir. Çünkü kölelik ancak ahlak yok edildiğinde gerçekleşir. Tabi hegemonik güçlerin ahlakına ahlak diyemeyiz. Hegemonik güç, bu arada hegemonik erkeklik ancak toplumsal ahlakın çöküşüyle gerçekleşir. Kadınsız yaşanmayacağına (Tersi de geçerlidir. Erkek olmadan da yaşam olabilir ama kölece) göre yaşamı kurtarmak kadının kurtuluşunu zorunlu kılmaktadır. Bu anlatım daha çok toplumsal yapısallık içindeki kadınla ilgilidir. Zihniyet dünyası, ilişkisi içindeki kadın sorunu daha da önem kazanmaktadır. Kadın hakkında olumsuz işaretlere başarıyla karşı koyan bir zihniyet geliştirmedikçe genelde eş, özelde özgür yaşam eşi olarak yaşanılamaz.”
 
Kadınla özgür bir düzeyde yaşam
 
Abdullah Öcalan, belirtilen sorunların aşılması kadınla özgür bir düzeyde yaşamak için de şu temel noktalara vurgu yapıyor: 
 
“* Soy sürümünü, çoğalmayı esas almayan evrensel insanlık idealine uygun, diğer canlıların gerçeğindeki varoluşunu gözeten ekolojik bir eş yaşam kavramına öncelikle ihtiyaç vardır. Toplumun vardığı evrensel düzey kadınla özgür yaşamayı zorunlu kılmaktadır. Gerçek sosyalizm kadınla ancak özgür yaşam temelinde inşa edilebilir. Sosyalizmin öncelliği (sonralığı değil) kadınla mutlaka özgür yaşam düzeyini tutturmayı gerektirir.
 
* Bunun için erkek egemen hegemonik iktidarla zihniyet ve kurumsal olarak mücadele etmek ve özgür eş düzeyinde bu mücadelenin zihniyet ve kurum olarak zaferini kesinleştirmek. Özgür eş yaşamı bu zafer, başarı oluşmadan gerçekleştirilemez.
 
* Kadınla yaşam, cinsiyetçi güdüyü sürekli kılmak, çok yaşamak anlamına asla yorumlanamaz. Gerek uygarlık, gerek kapitalist moderniteyle korkunç bir düzeye taşırılmış toplumsal cinsiyetçi yaşamı tüm zihinsel ve kurumsal alanlarda tasfiye etmeden özgür eş yaşamı gerçekleştirilemez. Kadını bir mülkiyet, cinsiyetçi nesne olarak gören paradigma ve kurumlarda, kadınla yaşam sadece en büyük ahlaksızlık değil, en çirkin ve en yanlış yaşam biçimidir. Bu koşullar altında bir kadını dolayısıyla erkeği aşağılaştıracak, çürütecek başka bir toplumsal olgu örneği yoktur.
 
* Kadınla özgür eş yaşam; mülkiyetçiliği reddeden, istismar edilmiş toplumsal cinsiyetçiliği tümüyle aşan, her düzeyde toplumsal eşitliği öngören (farklılık temelindeki eşitlik) koşullarda ancak mümkündür.
 
* Soy sürüm aracı olmaktan, ucuz ve ücretsiz işsiz olmaktan çıkmış, nesnellikten çıkıp öznelliğini her düzeyde gerçekleştiren kadınla ancak özgür eş yaşam mümkündür.
 
* Toplum ancak bu olumlu koşullar altında özgür eş yaşamına uygun düşebilir, dolayısıyla özgür ve eşit koşullu topluma evrilebilir.
 
* Olumlu toplumsal koşullar altında yapısal ve anlaksal değerini geliştirmiş kadın ve erkeklerin özgür eş yaşamı mümkün olabilir.”
  
Bitti.