74’üncü Ferman ve Şengal’de kadın kırımı

  • 09:08 3 Haziran 2022
  • Jıneolojî Tartışmaları
“Ferman uygulamaları her ne kadar bir topluluğu fiziksel olarak ortadan kaldırma odaklı olsa da ana hedefi o toplumun kültürel aktarımını ve tarihle olan bağını bütünüyle koparmaktır. Dolayısıyla erkeklerin kesilip öldürülmesi ve kadınların ganimet olarak alınıp köleleştirilmesi, tam da bu mantığa hizmet etmektedir. Çünkü kadın kültürün ve aktarımın ana taşıyıcısı olduğu için onu imha etmek yerine kendisi için kullanıp tarihsel aktarımından yararlanmak istenmektedir.”
 
Feleknas Uca 
 
Biz Êzidîler, bugün karşı karşıya kaldığımız “yok edilme” tehdidini, tarihsel hafızamızdan dolayı 74’üncü Ferman (kırım) olarak tanımlıyoruz. Bizim ferman dediğimiz bugünün diliyle soykırımdır. Êzidîler, maruz kaldığı saldırılara katliam, kırım ya da kıyım değil de ferman diyerek aynı zamanda katliamların sorumlularına da işaret etmenin bir yolunu bulmuş bir halktır. Bu durum her ne kadar bilince çıkarılmış olmasa da burada katile dolaylı bir gönderme vardır. Hükümdarın resmi ve yazılı emri olan ferman, toplumsal tarihimiz, sürgün ve kırımı anlatan tek kelimedir. Çünkü maruz kaldığımız her bir kıyım, Osmanlı otoritesi tarafından yazılı olarak eyalet beylerine, oradan da sancak beylerine bir fermanla iletilir ve buna uygun olarak kıyımlar yapılırdı. Söz konusu fermanların ancak 16. yüzyıldan itibaren, yazılı tarihe de girmeye başladığını söyleyebiliriz. Êzidîlerin Osmanlıyla karşılaşmaları binli yılların başına denk gelmektedir.  Tanışmaları ise Êzidîlerin talih ve tarihinin tersine döndüğü on altıncı yüzyıldaki Osmanlı hâkimiyeti ile olmuştur. O zamana kadar çok renkli ve hoşgörülü olan Mezopotamya’daki hayat, yerini fanatik-dindar ve katı bir zihniyet dünyasına bırakmıştır.
 
Yazılı tarihe geçmemiş onlarca katliam söz konusu
 
Biz, bugüne dek varlığımızı bir şekilde korumayı başarmış olsak da 74. Ferman’ın ve onun ardılı olan bölgesel savaşların varlığımızı ortadan kaldırmak gibi “ayrı” bir gayesi var. Tarihsel hafızamız bunu bize 74 kez gösterdi. Bu katliamların ilki 906 yılında Musul Valisi Hamadani’nin, İslamiyet’i kabul etmeyen bin Êzidî ailesini katletmesiyle başladı. 906 yılında Musul Valisi Hamadani İslamiyet’i kabul etmeyen bin Êzidî ailesini katletti. 1254 yılında Musul Beyi Bedreddin Lulu, Şêxan bölgesine saldırarak binlerce Êzidî katletti. 1221 yılında Şêx Hesen kaçırılıp idam edildi, Êzidîler dağlık bölgelere çekilince kutsal yerleri yakılıp yağmalandı.1415’te Êzidîlerle birlikte yaşayan Müslümanlar inanışları gereğince Êzidîleri katletti. 1640-1641 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin Diyarbakır Valisi Melik Paşa komutasındaki 70 bin kişilik bir ordu, Şengal’e saldırarak, Êzidîleri katletti. Bu tarihten 1900’lere kadar Êzidîler Osmanlının katliamlarına maruz kaldı. Bu katliamlar sonrasında binlerce Êzidî, Müslümanlığı kabul etmek zorunda kaldı. Yakın tarihte ise Irak Anayasası’nın 2007’de kabul edilen ve bir türlü yaşama geçirilmeyen 140’ıncı maddesi gereği, Şengal’in statüsü referandum ile belirlenecekti. Ancak söz konusu referandum, dönemin Irak hükümeti ve Şii Başbakanı Nuri Maliki tarafından engellendi. Büyük bölümü Irak Federe Kürdistan Bölgesi içerisinde yer alan Şêxan ve Şengal bölgesi ile bir bölümü Ermenistan, Gürcistan, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Êzidî halkı, son katliamdan önce 2007’nin Ağustos ayında Şengal’de bulunan Siba Şex Xıdır ile Tilezer’de bir kez daha katliamla karşı karşıya kaldı. Burada resmi rakamlara göre, 500’e yakın Êzidî katledildi. Bu katliamlar sadece bilinen katliamlardır. Şüphesiz ki; yazılı tarihe geçmemiş onlarca katliamdan söz edilebilir. 
 
Amaçları kadın şahsında bir toplumu tarihten silmekti
 
Ferman uygulamaları her ne kadar bir topluluğu fiziksel olarak ortadan kaldırma odaklı olsa da ana hedefi o toplumun kültürel aktarımını ve tarihle olan bağını bütünüyle koparmaktır. Dolayısıyla erkeklerin kesilip öldürülmesi ve kadınların ganimet olarak alınıp köleleştirilmesi, tam da bu mantığa hizmet etmektedir. Çünkü kadın kültürün ve aktarımın ana taşıyıcısı olduğu için onu imha etmek yerine kendisi için kullanıp tarihsel aktarımından yararlanmak istenmektedir. Temel amaç, kadim değerlerin temsili olan kadının şahsında, bir toplumu tümüyle tarihten silmektir.  Bu durum Şengal’de eksiksiz bir şekilde devreye girdi ve bugün halen devam etmektedir. 
 
Hala esir olan kadın ve çocuklar var
 
DAİŞ’in bugünkü katliam pratiği de Êzidîliğin tarihsel arka planından bağımsız değildir. 2013’te Irak ve Suriye topraklarında ülke kurma amacıyla dünyanın birçok yerinden bir araya gelen militanlar ve çeşitli güç odaklarının desteği ile oluşturulan DAİŞ çetesi kanlı tarihlerinin en büyük katliamını 3 Ağustos 2014’te Êzidîlerin yurdu olan Şengal’e saldırarak gerçekleştirmiştir. DAİŞ çeteleri, tüm dünyanın gözleri önünde Şengal’e kutsal bayramımız sırasında saldırdı. Bu, kesinlikle bir tesadüf değil kültürümüzü, varlığımızı yok etme mesajı içeren bilinçli seçilmiş bir gündü. Bu çeteler, Şengal katliamı sırasında 7 bin Êzidî kadın ve çocuğu esir almış, kadınları köle pazarlarında satmış, tecavüze maruz bırakmış, binlerce Êzidîyi katledip toplu mezarlara gömmüş, çocuklarının gözleri önünde babalarının başlarını kesmiştir. Şengal’in yaraları hala sarılmış değil. 2021 yılındayız, hala esir olan kadınlar ve çocuklar var. DAİŞ’in elinden kurtulan kadınların “fotoğraflarımızı pazara götürüp camın kenarına koyuyorlardı. 10 dolar ve 100 dolar arası satışa çıkarılıyorduk” demelerine şahit oluyoruz. Katar, Libya, Mısır gibi ülkelerde satıldı, Êzidî kadınlar. Hiçbir yerde kadınlar üzerinden bu kadar kirli ve çirkin bir pazarlık yürütülmedi. 
 
2 bin 800 kişi DAİŞ'in elinde
 
DAİŞ çetelerinin kaçırdığı kadınlar ve çocuklar bugün Türkiye’de bulunuyorlar. Bu çocukların internetteki köle pazarlarında satıldığını görüyoruz. Türkiye’nin başkenti Ankara’da önce genç bir kadın, köle olarak tutulduğu DAİŞ’li bir aileden kendi ailesinin satın alınmasıyla kurtarıldı. Daha sonra yine Ankara’da 7 yaşında bir çocuk, ki bu çocuk bebekken kaçırılmış, yine satılmak üzere internete fotoğraflarının düşmesiyle polis tarafından bir DAİŞ’liden satın alındı. Kırşehir’de ise iki çocuk DAİŞ’li bir aile tarafından devlet yurduna bırakıldı. Antep’te kadınların internetten satıldığı ortaya çıktı. Bu çetelerin Ankara’da nasıl bu kadar kolay ikamet ettiklerini hiçbirimiz bilmiyoruz. Çocukların, kadınların Türkiye sınırından nasıl bu kadar kolay geçtiğini hiçbirimiz bilmiyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki kuş uçsa vurulacak şekilde korunan sınırlardan DAİŞ çetelerinin geçmesi devletin yardımı olmadan mümkün değildir, Ankara’da ikamet etmek birilerinin göz yumması olmadan mümkün değildir. Bu çetelerin geçişini kolaylaştıranlar, çocukların, kadınların satılmasına göz yumanlar, bu kaçırmaların önünü açanlardan asla hesap sorulmadı. Üstelik bu konuyla ilgili sorduğumuz hiçbir soruya yanıt verilmiyor. Hiçbir başvurumuza geri dönülmüyor. Bu büyük fermanın ardından, 7 bin kişi DAİŞ'in eline esir düştü, bugün halen 2 bin 800 kişi DAİŞ elinde esir bulunuyor ve akıbetleri belli değil.
 
Soykırıma sessiz kalındı
 
DAİŞ’in Şengal halkına saldırdığı 3 Ağustos 2014 tarihinde Şengal halkı, “Çilê Havinê” bayramı hazırlığındaydı, birkaç gün öncesinden de DAİŞ, Şengal halkına bildiri dağıtarak “Bayramda çayınızı içmeye geleceğiz” tehdidinde bulundu. Bu bildiriler Şengal’in her yerinde dağıtıldı. Ben saldırıdan birkaç gün önce basına, “Şengal’e saldırı olabilir, herkes Şengal’e sahip çıksın” uyarısında bulundum. Bu uyarıdan birkaç gün sonra Şengalliler, “Şengal’e saldırı var” diye beni aradılar ve saldırıyı anlattılar. Ben de basına Şengal saldırısına ilişkin bilgi verdim. Saldırının her saniyesine dair Şengal’den telefon aldım. Karşı taraftan, “Bizi kurtarın” haykırışları yükseliyordu. Oradaki halkın bizden büyük bir beklentisi vardı ancak ben çok uzaktaydım, o gün bir toplantı için Almanya’da bulunuyordum. Bir taraftan Almanya’dakiler “Ne yapabiliriz” diye arıyorlardı, bir taraftan Şengal’dekiler’in “Bizi kurtarın” çığlığı çaresizlik içinde kalmamıza neden oluyordu. Elimizden, beklemekten başka bir şey gelmiyordu, ne yazık ki. Basına saldırıyı bildirdikten sonra Rojava ile görüştük. Gazeteci Berfin’in orada çektiği görüntüler, Peşmergelerin Şengal’den kaçışını, Êzidîlerin nasıl yalnız bırakıldığının, kaderine terk edildiğinin en acı kanıtıydı. Daha sonra Şengal’deki katliamın ve göçün ilk görüntüleri elimize geçti. Hayatımızda hiç kapanmayacak derin bir yara olduğunu gördük o görüntülerde. Felç olmuş gibi tepkisiz bir şekilde o görüntüleri izledik. Kadınların ve çocukların ayakkabısız kilometrelerce nasıl yürüdüğünü gördük.  O dönemde herkes Şengal halkı üzerinde bir soykırım gerçekleşeceğini biliyordu ancak buna rağmen soykırıma sessiz kalındı.  
 
Bu sessizlik hafızamdan asla silinmeyecek
 
Katliam sırasında 150 bin kişinin Şengal dağlarına sığındığına ve günlerce aç susuz kaldığına bütün dünya tanıklık etti. Açlıktan ve susuzluktan onlarca yaşlı ve çocuk hayatını kaybetti. Şengal dağlarında esir kalan insanlar ancak 12 savaşçının Şengal’e gitmesiyle kurtarıldı. Üçü KDP tarafından yakalanıp yardım etmeleri engellendi. Diğerleri zorlu şartlarda canlarını hiçe sayarak, binlerce Êzidîyi Şengal dağlarından kurtardı. Daha sonra yine onlar tarafından güvenlik koridoru açıldı, Êzidîleri Zaxo ve Duhok’a ulaştırdılar. Tarih boyunca süregelen bu soykırımların en barbarca olanlarından biri olan DAİŞ saldırısı ve sonrasına dair tanıklık ettiğim travmalar, feryatlar ve tüm dünyanın büründüğü sessizlik hafızamdan asla silinmeyecek. 
 
Hayat'ın sesi hala kulaklarımda
 
Keşke Şengal Dağı'nın dili olsaydı da anne babasını kaybeden çocukların aç susuz nasıl yaşadıklarını anlatsaydı. Keşke Şengal Dağı'nın dili olsaydı da Devreşê Evdê'nin torunlarının şu an kendilerini nasıl savunduğunu da anlatsa. Ferman günü Almanya’da yanıma bir genç geldi. Telefonda kardeşi ile konuşmuş ve kardeşi DAİŞ’e esir düşmemek için yaşamına son vereceğini söylemiş. Kardeşini telefonda ikna edemedi ve benim de onunla konuşmamı istedi. Kardeşi 18 yaşındaki Hayat’tı. O ikna edemeyince Hayat ile telefonda ben konuştum. Ona “Arkadaşlara haber vereceğiz, gelip sizi kurtaracaklar” dedim. Ancak Hayat’ı ikna edemedik ve abisine telefonda veda ederek DAİŞ’e esir düşmemek için yaşamına son verdi. Hayat’ın sesi 7 yıldır kulaklarımdan silinmedi ve acısı da hiç silinmeyecek içimden. 
 
Çok sayıda çalışma yürüttük
 
Bunları unutamam ve bunların üzerine çok sayıda çalışma yürüttük. Zorla Alıkonulan Kadınlar için Mücadele Platformu’nu kurduk. O esnada çok sayıda kadın DAİŞ çetelerinin elinden kurtarıldı. Çocukları ailelerine teslim ettik. Ancak o çocukların yaşadığı travmayı unutmak mümkün değil. Çocukların yaşadığı psikolojiyi, onların dilinden anlayabilmek için onlara kâğıt ve kalemler vererek çizim yapmalarını istedik. Çocukların çizdiği tek şey kara kalemle DAİŞ çeteleriydi. Bunu, hüzünlü ve ağlamaklı bir şekilde yansıtmışlardı. Bir çocuk da Kürtçe konuştukları zaman işkenceye maruz kaldıklarını söyledi. Bunu söyleyen ise 5 yaşında bir çocuktu. Çocuk, çetelerin kendilerini kapının önüne çıkararak, ‘Kürdistan diyorsanız gidin de sizi kurtarsınlar’ dediğini söylüyordu. Kobanê’ye Rakka’dan kurtarılan çocukları almaya gittiğimizde, çocukların psikolojisini gördük. Arabaya binmeye ikna ettik çocukları. Ben onları ikna etmek için Êzidî olduğumu söyledim. Kalabalık olduğumuz için iki araba gittik ama çocukların hepsi benim olduğum arabaya binmek istedi. Sebebini sorduğumuzda ise, “Bu Êzidî kadınla gidelim o bizi DAİŞ’e vermez. Kısa saçlı bizi DAİŞ’e tekrar verebilir” dediler ve binmek istemediler. Zor da olsa arabalara binmeye ikna ettik. Arabayla ilerlerken petrolde, Mola verelim mi? dediğimizde çocuklar korku ile ‘Hayır, hayır durmayın. DAİŞ gelip bizi burada da bulacak ve geri götürecek. Onlar hala arkamızda’ dediler. Ancak durup oyuncak alınca biraz sakinleştiler. Öyle bir psikoloji içerisindeydiler ki tedavilerinde bile geceleri çığlık atıyorlardı, korkuyorlardı. 
 
Not: Yazının devamı “74’üncü Ferman ve Şengal’de Kadın Kırımı/Kuzey’deki dayanışma umut oldu” başlığı ile haftaya bugün yayınlanacak.