Kültürel sömürgecilik

  • 09:03 12 Ağustos 2022
  • Jıneolojî Tartışmaları
“Kürdistan’da anti kolonyal süreç 68 gençlik hareketinin de etkisiyle 70’lerde başlar. Özellikle 'Daha önceki Kürt isyanlarından kendini ayıran Kürt Özgürlük Hareketi iki açıdan bir kırılma anlamına geliyordu. Birincisi kendinden önceki dönemin milli baskıyı dile getiren üslubundan ya da anayasacı reformist militanlığından radikal bir biçimde ayrılıyordu. İkincisi ise Fanoncu bir direniş kültürü ve sömürgecilik karşıtı ve Kürt toplumuna içinde bulunduğu kölelik durumundan da kendisinin sorumlu olduğunu söylüyordu.”
 
Gül Barin
 
Yüzlerce farklı tanımı yapılan kültür, sadece değerleri, yargıları, tutumları vb. taşıyan düşünsel bir süreç değildir; yaşam biçimlerinin bütününü oluşturur.  Sosyolog Zygmunt Bauman “kültür, ayırımlar yapma etkinliğidir: Sınıflandırma, ayırma sınırlar çizme ve böylece insanları benzerlikle içsel olarak birleştiren ve farklılıkla dışsal olarak ayıran insanlara atfedilen davranış dizilerini farklılaştırma etkinliğidir” der. Aynı şekilde Abdullah Öcalan’ın savunmalarında da şu şekilde geçer: “kültürü insan toplumunun tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu tüm yapısallıklar ve anlamlılıklar bütünü olarak genel bir tanıma kavuşturabiliriz. Yapısallıkları dönüşüme açık kurumların bütünü, anlamlılıkları ise dönüşen kurumların zenginleşen ve çeşitlenen eşgüdümlü anlamlılık düzeyi veya içeriği olarak tanımlamak mümkündür”
 
Sömürgecilik ise en genel anlamıyla bir devletin kendi ülkesinin sınırları dışında başka ulusları devletleri, toplulukları siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılmasına denilir. Ancak bu en genel tanım endüstriyalizm ve ulus devletleşme sürecinden sonra kendini hem kapsam hem de derinlik bakımından büyütecekti. Yani artık askeri işgaller yerine bağımsızlıklarını elde etmelerine ve siyasal bir statüye kavuşmalarına rağmen liberal siyasal sistemler, hukuk, serbest piyasa ekonomisi ve özellikle daha ağır ilerlemekle beraber daha kalıcı olan kültürel olarak toplum ikna edilerek sömürü devam ettirilecekti.
 
Tarih ve hafızanın sömürgeci lehine kurgulanması 
 
Özellikle batı dışındaki dünyada Afrika, Asya ve Ortadoğu başta olmak üzere kapitalist hegemonya ilerleme, medenileştirme, karanlıktan kurtarma ve en önemlisi de kendi etrafında bir tarih ve toplum miti yaratarak tarih kurgulaması ve sömürge döneminin kültürel yabancılaştırmalar için gösterdiği çabalar öyle bir etki yaratır ki, yerliler ve ezilen uluslar sömürgecilerin  kendilerini cehaletten  kurtaracağına inanır  hale gelir ve yine sömürgeciliğin bilinçli olarak meydana getirdiği sonuç, sömürgecinin gitmesinin barbarlığa, hayvanlaşmaya ve bayağılığa geri dönüşle özdeş ele alınmasını getirir. Ve bu şekilde 19. ve 20. yüzyıl hem çıkış hem uygulama olarak Fransız kökenli olan asimilasyon süreci tüm sömürgeci güçler tarafından hızlı bir biçimde sömürgelerde uygulanmaya başlanır.  Yukarda ifade edildiği gibi ilk önce kendi etrafında bir tarih ve kahramanlık kurgusuyla başlayan süreç sömürülen açısından da tersi değersizleştirme, yok sayma süreci ile paralel bir biçimde işlemeye başlar. Tarih ve hafızanın tekrardan sömürgeci lehine kurgulanması ve sömürülenin sömürücüsünün kimliğinde erimeye başlaması anlamına gelen kültürel sömürgecilik sadece basit bir hegemonya ilişkisinin ötesine geçer. 
 
Kimliksel hafızaya yönelik operasyon 
 
Bu konuda dört ulus devlet sömürgesinde yaşayan bir halk olan Kürtlerin müziğine dönük çeviriler ve Kürdistan’da birçok yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesi vb. uygulamaları basit bir ad değiştirmenin ötesinde kimliksel hafızaya bir operasyon olarak ele alabiliriz. Örneğin Kürt kültürünün en temel zenginliklerinden olan Kürt müziği İbrahim Tatlıses ve benzerlerinin dilinden Kürt müziğinden çıkarak arabesk bir forma girebiliyor. Tası kırılan Kürt kültürü başka taslarda bambaşka bir forma giriyor. Yine Türk edebiyatının önemli isimlerinden “Kürt kökenli” Cemal Süreyya’nın “Fırat suyu bütün bir bölgeyi takma adlarla dolanmak zorundadır” sözü, daha pek çok Kürt olup da başkalaşıp sömürgecisinin tasında hayat bulanların yaşadığı kimliksel krizi ifade eder. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürdistan’da çok katı bir biçimde medenileşme uluslaşma adına uygulanan dil yasağı Ortadoğu’nun en büyük nüfuslu halklarından olan Kürt halkının ikili bir kimlikle yaşamasını getirdi. Çoğumuzun doğarken kulağımıza fısıldanan isimle ve resmi devlet hüviyetinde tok bir sesle haykırılarak geçen isimler arasında sıkışan ve anadilimizin aleyhinde gelişen bu süreç bilincimize de yön vermeye başlar. Kim olduğunu flu bir biçimde bilen ama bir Türk gibi yaşamak zorunda kalan benliğimiz zamanla ana dilimizdeki kavramları hafızamızdan tek tek düşürmeye başlar ve bir kişi değil bir grup değil bir parti değil bir ulus kültürel olarak yeraltına çekilir.  
 
Kolektif yaralar benliği parçalar 
 
Kolonyal eğitim bir anadil kırımıdır. Anadille birlikte kazanılan doğal tepkileri, duyguların kendiliğinden gelen jestlerini ve ifadenin basitliğini yitirmektir. Yeni öğrenilen dil kupkuru bir kabuk gibidir, içerideki duygu fırtınalarını, sınır tanımayan mizah yüklü kelimeleri, hazır cevap kalıpları iletmekten yoksundur. Uzun süre çeviri bir zihinle, bölünmüş bir benlikle yaşamaktır. Ki çoğu zaman birçok şey çevrilemez. Bu da zamanla derin bir değersizlik hissinin, eksik insan düşüncesinin filizlenmesine yol açar. Bir türlü telaffuz edilemeyen kelimeler, aksanlı Türkçeniz, toparlayamadığınız cümleleriniz her daim öğretmenlerin ve öğrencilerin alay konusu olur. Tüm kültürel farklılığınız, bu asimetrik ilişki düzleminde aleyhinize konumlanır. Bu travmatik deneyimlerde köklenen kolektif yaralar benliği parçalar, özgüveni eksik, silik, kendini gerçekleştirme idealinden vazgeçmiş karakterlerin şekillenmesine yol açar. Biriken öfke, hınç ya içeriye ya da dışarıya yönelen kanallar bulmaya çalışır.
 
Tüm ulus devletim hedefinde kadınlar var 
 
Kültürel sömürgeciliğin gerek ulus devlet inşasında ve gerekse de diğer halklara uyguladığı kültür kırım politikasında her zaman hedef kesim kadın ve çocuklar olmuştur. Afrika’da, Cezayir’de, Kürdistan’da ve daha sayamayacağımız birçok sömürge ülkede bu politika uygulanmıştır. Tüm ulus devletlerin istisnasız tümünün hedefinde her zaman için kadınlar vardı. Yeni uluslar zihniyet ve kültürel inşaya kadın ve çocukla başlar. Egemen ulus devlet kimliği ile özdeşleşen modernizm, kültürel asimilasyon sürecini başta kültür taşıyıcısı ve koruyucusu olan kadınlar üzerinden tarifleyerek kültürel sömürgeciliği kalıcılaştırmaya çalışır.  80’li yıllardan başlayarak günümüze kadar devam eden “Geri kalanın” “çağ dışı kalanın” “cahil olanın bilinçlendirilmesi”, toplumsal cinsiyet eşitliği, okur yazarlık kursları, ekonomi ve beceri kazandırma projeleri kapsamında Kürdistan’da kültürel sömürgecilik farklı bir evreye girer. 
 
Kimlikleri mültecileştirme politikaları 
 
Kültürel sömürgecilik kapsamında ele alınması gereken bir diğer önemli konu kapitalist hegemonya sömürgeciliğinin özelikle günümüzde yasaklarla, bilgi kurum ve yapılarıyla asimile edemediği kimlikleri melezleştirerek anlamsız kılmasıdır. Bu politika günümüzde iki yöntemle uygulanır birincisi Adorno’nun tespit ettiği kültür endüstrisi ikincisi de artık savaşların salt trajik sonuçları olmaktan çıkmaya başlamış olan kimlikleri mültecileştirme politikalarıdır. Bilindiği gibi kültür yerleşik yaşamla ilgili bir süreçtir. Korunması geliştirilmesi yaşadığı mekânın özeliklerine göredir. Kültüre kimliğini veren dil kadar önemli olan “yurt” olgusundan bağımsız düşünemeyiz. “Kalıcı savaş” hali olan kapitalist sömürgecilik dünyada milyonlarca insanı yerinden yurdundan kopararak insanlığı kültürsüzleştirme ya da Kürt siyasal hareketinin tanımlamasıyla kültür kırım sürecinden geçirmektedir. Kırımdan kalanlarsa batı kültürünün hâkimiyeti altında olan ve neredeyse bilim ve teknoloji yoluyla algılar günlük olarak yönlendirilerek bilinç muğlaklığı yaratılır. Bu muğlaklığı yaşayan insan anlam kaybı yaşayarak gönüllü bir biçimde sömürgeciliğin devamını sağlayan çarkların dişlisine döner ve insanlık tek bir egemen yaşam biçimine mahkûm edilerek sürüleştirilir.  Tıpkı birinci doğa gibi toplumsal doğada kültürel florasını yavaş yavaş kaybederek zayıflar ve toplumun dağılması dediğimiz süreç başlamış olur. 
 
Ne yapmalı?              
 
Dünyadaki sömürge deneyimlerinden farklı olarak siyaset bilimi ve sosyolojinin önemli araştırma olgusu olabilecek bir deneyime sahip olan Kürdistan hem tarihsel olarak hem de kültürel direniş olarak kendine has özeliklere sahiptir. Birincisi uygarlık tarihinde istisna olan devletsiz ve yönetimsiz olarak birçok sömürgeciye karşı kendini koruyabilmesi güçlü kültürel geleneği ile ilgilidir. İkincisi ise: bir sömürgecinin birçok sömürgesi olurken Kürdistan ise birçok sömürgeciye sahip (Türkiye, İran, Irak ve Suriye ulus devletleri) tek sömürgedir. Dolayısıyla dekolonizasyon süreci de farklı halkların deneyimlerinden etkilenmekle beraber kendine has bir rota izlemektedir.   
 
Kürdistan’da anti kolonyal süreç 
 
Kürdistan’da anti kolonyal süreç 68 gençlik hareketinin de etkisiyle 70’lerde başlar. Özellikle “Daha önceki Kürt isyanlarından kendini ayıran Kürt Özgürlük Hareketi iki açıdan bir kırılma anlamına geliyordu. Birincisi kendinden önceki dönemin milli baskıyı dile getiren üslubundan ya da anayasacı reformist militanlığından radikal bir biçimde ayrılıyordu. İkincisi ise Fanoncu bir direniş kültürü ve sömürgecilik karşıtı ve Kürt toplumuna içinde bulunduğu kölelik durumundan da kendisinin sorumlu olduğunu söylüyordu”. Abdullah Öcalan’ın geçmiş çözümlemelerinden de anlaşılacağı üzere sömürgecilikle bir yandan mücadele ederken öte yandan da ulus eleştirisi, sınıf eleştirisi, aile ve kadın eleştirisi üzerinden dekolonizasyon sürecini de geliştirmiş oluyordu. Sömürgeciler tarafından kurgulanmış çağ ve tarih dışına itilmeye çalışılan gerçeklik geçmiş kahramanlık söylemleriyle değil eleştirilerle ve çözümlemelerle kaybedilen kültürel hafıza tekrardan kazandırılıyordu. Bu şekliyle Kürtlerin hafızasında oturmuş olan koşullandırılmış kölelik ve yenilmez güçlü sömürgeci ulus devletler sarsılarak kimliksel bir diriliş süreci de başlamış oluyordu. Günümüzden geçmişe baktığımızda Kürt Özgürlük Hareketinin ne kadar doğru bir noktadan başladığını Kürtlerin elde ettiği siyasal ve toplumsal kazanımlardan da anlamak mümkündür.    
 
“Beyazlar buraya gelmeden önce Afrika bizimdi, İncil onların. Daha sonra İncil bizim oldu Afrika onların” Afrikalı bir bilge