Bir halkın mücadelesi karşısında tecride sarılmak

  • 09:12 18 Nisan 2022
  • Kadının Kaleminden
“Sadece Kürt halkı için değil tüm halklar için evrenselleşen bir Önderlik Gerçeği ile yaşamaktayız. Daha çocuk yaşlarda özünün farkına varmış, yaşamın mevcut biçimi ile yaşanmaya değer hiçbir yanını görmeyerek bir hakikat yolculuğuna, mecranın akış yönünü değiştirmeye karar veriyor.”
 
Jîn Kobanê
 
Bir infaz rejimini değerlendirmek ve onun bir halkın üzerinde yarattığı etkileri düşünüp analiz ederken tam olarak nereden başlamalı diye kendime soruyorum. İktidarcı egemen güçlerin çıkarları uğruna uyguladıkları soykırım ve asimilasyonlardan mı? Bu saldırılar karşısında onur ve kimlikleri uğruna mülteciliği, yurtsuzluğu, açlık, susuzluk ve ölümü göze alan Kürt halkından mı? Yoksa tüm bu yaşanan savaşlar ve yıkımlar karşısında dünya halklarının ve adaleti savunuyoruz diyenlerin sessizce bir film izler gibi suskunluklarından mı başlamalı… Açıkçası bir Kürt kadın olarak bu konuya yoğunlaşırken şunu sormaktan kendimi alıkoyamıyorum, “Toplumları ayakta tutan temel ahlak olgusu da mı tükendi?” Ahlak olan yerde vicdan vardır ve vicdanın olduğu yerde haksızlığa karşı bir mücadele vardır. Lakin Kürt halkı ve onun lideri olan Abdullah Öcalan söz konusu olunca nerdeyse herkes üç maymun konumunda oluyor.
 
Yaşadığımız yüzyılı değerlendirip ele aldığımızda günümüzde somut olarak Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın idam yerine, tek kişilik İmralı Cezaevi’nde tutularak uygulanan tecridin hangi boyutlarda olduğunu göreceğiz. İmralı’da yürütülen özel işkence sistemi, ideolojik olarak da içinde birçok konuyu barındırıyor. 
 
Tecridin gelişim şekli
 
Krallık döneminde cezalandırma sistemi daha çok fiziksel şiddete dayanıyordu. Asurlarda, Etilerde, Mısırlılarda ve Romalılarda mahkumlara verilen cezalara zorlu iş cezaları anlamına gelen “hidematı şakke” deniliyordu. Zorlu iş cezalarından kasıt; yol, köprü, maden ocakları gibi yerlerin tamir ve yapımında çalıştırılmaktı.
 
Ortaçağ’da ise kilisenin otoritesinin topluma hissettirilmesi için bedene yönelik şiddet cezaları uygulanmış ve infaz aşaması törensel nitelikte yapılmıştır. Kilise gücünü yavaş yavaş kaybedince bu infazlar halka açık bir şekilde yapılmaya başlanmıştır.
 
18’inci yüzyıldan itibaren, cezalandırmanın temel hedefi değişmiş, cezalandırmada fiziksel cezadan çok ruhsal cezalandırma ön plana çıkmıştır. Bunun için cezaevleri yapılmıştır. 1588 yılında cezalandırma merkezi şeklinde, daha sonra bugünün cezaevlerine ön ayak olacak ilk yapı Amsterdam’da kuruldu. Hırsızlık yapan 16 yaşındaki bir çocuğa işkence yerine kapalı bir alana kapatma cezası verilir. Bu cezaevi yalnızca onun için yapıldığından tecrit edilen ilk “suçlu” olarak tarihe geçer. Amsterdam’daki cezaevleri örnek alınarak Bremen (1609), Lübeck (1613), Bern (1614), Hamburg (1622), Zürih (1637), Danzig (1629) ve Berlin’de (1712) çeşitli cezaevleri oluşturulur.
 
Bridewell Şatosu’nda 1555 yılında bir çalışma evi inşa edilerek, toplum için “olumsuzluk” yaratan kişiler burada çalıştırılır. Burası daha çok çalışma evi olarak bilinse de insanlık suçu sayılan uygulamalarla ya fiziki olarak öldürür ya da ağır işkenceler uygulanır. Londra’daki Londra Kulesi, Paris’teki Bastille Kalesi, İstanbul’daki Yedikule Zindanı da bu yerlere verilebilecek örneklerdendir. Ancak bu işkence ve ölüm mekanlarına sıradan insanlar değil, fikirleri nedeniyle “tehdit” olarak görülenler kapatılır.
 
Osmanlı dönemine bakıldığında da hapishane olarak genelde kale burçları kullanılmış olup, bu yerler karanlık, havasız ve nemli olduklarından bu anlamı ifade eden “zindan” terimi kullanılır. 1622’de bir yeniçeri ayaklanmasıyla tahttan indirilen Osmanlı Padişahı Genç Osman Yedikule’ye kapatılır ve burada öldürülür.
 
Tecride karşı mücadele veren isimlerden biri olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahi devlet başkanı Nelson Mandela da 1962 yılında Apartheid’ın mirasının dağılmasına, ırkçılığa, fakirlik ve eşitsizliğe karşı verdiği mücadeleden dolayı ırkçı Apartheid rejimi tarafından “ömür boyu hapis” cezasına çaptırılır ve 27 yıl boyunca Robben Adası’nda tek hücrede tecrit altında tutulur.
 
İnsanlığa beşiklik eden Kürdistan toprakları, halkların kardeşliği ve kimlikleri, yaşam biçimleri ile yaratılan kültür mozaiğini içinde barındırır. Özellikle Kürt halkı kendi kültür, dil ve kimliklerini korumak ve has halleriyle topraklarında yaşamak için mücadeleci bir tarihe sahiptir. Aslında bu, Ortadoğu topraklarında özelde Kürdistan coğrafyasını ele alıp değerlendirdiğimizde kendi düzenlerini oturtmak, ideolojilerini kalıcılaştırmak için dünyanın kapitalist ve sömürgeci güçlerinin burada yürüttükleri savaş politikasından da anlaşılacaktır.
 
Kürt’ün söyleyecek sözü hep oldu
 
Bu soykırım ve politik saldırılar karşısında Kürt halkının, her zaman söyleyeceği bir şeyleri olmuştur ve olacaktır. Osmanlı’dan bugüne iktidar güçlerinin böl, muhtaç et ve yönet politikaları karşısında baş eğmeyerek onların yalandan olan değerleri ve yücelikleri karşısında kutsanmış mekânları olan dağlara sığınarak onurlu yaşamlarını korumuşlardır. Egemen güçler zulmetme, katletme, yakıp yıkma, parçalama yöntemleri kullanmış ve işe yaramadığını da 50 yıllık özgürlük hareketinin ve Önderliğinin direnişi ile görmüştür. 
 
Sadece Kürt halkı için değil tüm halklar için evrenselleşen bir Önderlik gerçeği ile yaşamaktayız. Daha çocuk yaşlarda özünün farkına varan Halk Önderi, yaşamın mevcut biçimi ile yaşanmaya değer hiçbir yanını görmeyerek bir hakikat yolculuğuna, mecranın akış yönünü değiştirmeye karar veriyor. Halk Önderi, gerçek yaşamın, toplumsal zenginliklerin ve onların bir toprak bütünlüğünde anlam kazanacağını ifade eder her seferinde.
 
Tüm bu gerçek olguları ve oluşan örgütlülükleri düşman Önderlik şahsında görmektedir. 50 yıllık direnişte sadece Kürt toplumunu değil dünya halklarını ayaklandıran ve bugün Öcalan’a Özgürlük şiarı ile bir araya toplayan bir ideolojinin, felsefenin, direnişin ve anlamın olduğunu tüm berraklığı ile anlayıp hissetmiştir. Hiçbir tez, antitezi kabul etmez ve savaşımını sürdürür. Yenilgiyi kabul etmediği için tüm yaşanmış savaşları geride bırakarak yeniçağın tekniği ve politikası ile kirli savaşımını devam ettirmek ve bu şekilde iktidarını koruma altına almak ister.
 
İşkence biçimi olarak tecrit
 
Önder Apo şahsında uygulanan tecrit ile de bu iktidar olgusunun sömürme politikalarının devam ettirilmesi amaçlanmıştır. Tecridin insanların üzerinde yarattığı tahribatlar kendi başına bir işkence biçimidir. Önderlik, çözümün ve alternatifin kendisidir. İnsan ilk bakışta kendisi Kürt olduğu için bir Kürt devrimini esas alıyor diye düşünse de araştırıp öğrendikçe aslında bunun tersi, yani Kürt devrimini bir araç yöntem olarak kullandığı, bu şekilde insanlık için olacak devrim ya da kurtuluş yolunu belirlediğine tanık oluyor. Bunu daha somut ifade edecek olursak PKK devriminin temeli atıldığı ve ilk kahraman şehitlerini andığımızda dahi enternasyonal bir hareket, çıkış olduğunu göreceğiz. PKK çatısı altında birleşen savaşçıları, Önderlik için direnen halkları, uluslararası komplo sürecine karşı canlarını ortaya koyan kadın, erkek ve çocukları düşündüğümüzde insanlık için kendini adayan amaçları halkların özgürlüğü olan militanlar karşımıza çıkıyor.
 
İdeolojik saldırılar
 
Şu an da İmralı’da Önder Apo’ya uygulanan tecrit ile Kürt halkının iradesi, direnişi hedef alınmaktadır. Özcesi bu şiddetli saldırıların irade kırmaktan imha etmeye kadar geniş bir yelpazede ortaya çıkan hedefleri söz konusu. Yukarıda da belirttiğimiz gibi savaşı sadece fiziki soykırımla kazanmadığı için sistem bugün bilim, din, milliyetçilik, cinsiyetçilik gibi dallarda ideolojik olarak da saldırılarını sürdürmektedir.
 
Hiçbir güç bu bağı koparamayacaktır…
 
Önder Apo, üzerindeki tecridi doğru bir şekilde analiz eder ve bunu savunmalarında dile getirir. Kürt toplumu demokratik, bilinçli, eğitimli ve örgütlü yaşamayı özgür insan ile bir güç haline gelmeyi başardı. Kürt halkı zindanlarda, metropollerde, dağlarda, yaşamın her alanında bu tecride karşı baş kaldırarak özgürlüğünü haykırıyor. Kürt halkı ve dostları Önder Apo’nun özgürlüğünde kendi özgür yaşamlarını ve geleceklerini görüyor. Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit ile Kürt halkı kimliksizleştirip, kendi gerçekliğine yabancılaştırılmak istenmektedir. Kürt halkı onursal yükselişini direnişi ile dosta düşmana ispatlamaktadır. Önder Apo ile halkın özgürlük duyguları birbirine bağlıyken, hiçbir güç bu bağı koparamayacaktır…