Tutsakları bugün sahiplenmeyeceksek ne zaman sahipleneceğiz!

  • 09:08 21 Nisan 2022
  • Kadının Kaleminden
"Katledilen tutsaklara cenaze aracı verilmez, imam cenazeyi yıkamaz, yasak denilerek dini vecibelerini yerine getirmez... Tutsakların ölüsüne bile bu kadar nefret ve düşmanca yaklaşan devlet aklı, dirisine neler yapılabilir siz düşünün artık. İnsanlık onuruna yakışmayan bu uygulamalar bile nefretin düzeyini göstermeye yeter. Dışarının sessizliği içerinin çığlığını bastırdıkça çok daha vahim durumların yaşanacağını kestirebilmek çokta zor değil."
 
Suzan Tatlı
 
Bilindik bir hikayedir bu duymuşsunuzdur, her ne kadar bilimsel olarak ispatlanmamış olsa da konuya ilişkin bir anekdot olacağını düşündüğümden yazmayı uygun buldum. "Kaynayan kurbağa sendromu!"  çoğunuzun denk gelip okuduğu muhtemeldir. İster hikaye deyin, ister deney, ister iddia ne derseniz artık… Hikâye şöyle;  kaynayan suya atılan canlı bir kurbağa, can havliyle zıplayarak kendini dışarı atmak isteyip kurtulmak isteyecektir. Oysaki aynı kurbağayı içi soğuk su dolu bir tencereye bırakıp, suyu da alttan yavaş yavaş ısıtmaya başlarsanız kurbağanın buna tepkisi sıcak sudaki tepkisiyle aynı olmayacak. Kurbağa kendisini bekleyen sonun farkında değildir tabi ve bunu algılayamaz. Kurbağanın keyfi yerindedir belki ve su yavaş yavaş ısınmaya başlarken, vücut ısısı da bununla birlikte artmaya başlar. Su kaynama noktasına gelir bir süre sonra tabi ama sıcaklığın vermiş olduğu rehavet, gevşeklik, uyuşukluk, kurbağanın kendisini sudan çıkarmasını engelleyip, kaynayan suda haşlanarak ölmesine sebep olur.
 
Hemen her hafta, hatta bazen haftada iki, üç tutsağın ölüm haberlerine toplumsal olarak gösterilen kanıksanma durumuna örnek olarak bu hikâyeyi anlattım. İsimlerini okuyup geçiyoruz, ölümlerini artık rakamsal olarak ifade etmeye başlıyoruz, ömürlerini bu halkın mücadelesine adayarak cezaevlerinde geçirmiş olan yoldaşlarımızı, arkadaşlarımızı, yakınlarımızı…
 
İnsan Hakları Derneği’nin verilerine göre cezaevlerinde bin 605 siyasi hasta tutsak var ve bunlardan 605’i ağır hasta. Hasta tutsakların hemen hepsi uzun yıllar cezaevlerinde sağlıksız koşullarda kalarak hastalanıyor zaten. Yaşamını yitiren tutsakların büyük bir bölümü ise ömürlerinin çoğunu demir parmaklıklar arasında geçirmiş olan tutsaklar. Bu toplumsal ataletin sebebi cezaevlerinden ölüm haberlerinin teker teker gelmesi mi? Ömrünü Kürt özgürlük mücadelesine adamış tek bir tutsağın ölüm haberi bile kıyametler koparmak için yeterli değil mi?
 
Tepki vermek için yüzlerce cenazenin çıkması mı gerekiyor?
 
Kaynar suyun şok etkisiyle kurbağanın verdiği tepkiyi vermemiz için, cezaevlerinden aynı anda yüzlerce cenazenin çıkması mı gerekiyor, bunu mu bekliyoruz? Cezaevleri, insanlık dışı uygulamaların, Türkiye iç hukukuna ve uluslararası sözleşmelere aykırı ağır hak ihlallerinin yaşandığı ve tüm bunların devlet eliyle sistematik bir işkenceyle uygulandığı ölüm evlerine dönüşmüş durumda. Devletin cezaevlerinde tutsaklar teker teker katlediliyor, yok ediliyor. Cezaevlerinde aleni bir kıyım yaşanıyor adeta.Cezaevlerinde gerçekleşen her ölüm bir cinayettir, doksanlardaki Beyaz Torosların ruhu bugün alenen devletin gözetiminde, cezaevlerinde yeniden hayat buluyor gibi. Bu sadece tutsaklık ya da rehin tutulma durumu değil,  çok daha ötesinde bir yerden okunmalı. Politik tutsaklara yönelik bu tutum esasında toplumu tutsaklar üzerinden dizayn etmeye çalışmanın, size "içeride" de  "dışarıda" da nefes aldırmayacağızın, susun demenin bir başka ifadesidir. En çokta devletin Kürde nefretinin ve öç alma düşmanlığının pratiğinden başka hiç bir şey değil. 
 
Devlet cezaevlerindeki her bir tutsağın can güvenliğinden sorumludur, sorumlu olmak zorundadır. Ancak mevcut haliyle toplama kamplarını aratmayan uygulamaların gerçekleştiği, her geçen gün siyasi politik tutsaklara daha fazla nasıl işkence çektirebilirimin, acı yaşatabilirimin uygulama sahasına dönüşmüş durumda cezaevleri. Asılsız suçlarla onlarca yıl cezalar verilip içeri atılan tutsaklara, cezaevlerinden cansız bedenleri çıkıncaya kadar nefret kusan uygulamalarda bulunmak, fantezi düzeyine varan korkunç hazzın sadistçe duygularıyla işlenebilir ancak. Cezaevi müdürlerinden gardiyanlarına kadar tüm bu keyfi muamelelerin uygulayıcıları, siyasi tutsaklara yönelik bu tutumunun dayanağını ve gücünü, siyasi iktidarın ve devlet aklının Kürt siyasi kimliğine ve örgütlü Kürt özgürlük mücadelesine olan düşmanca yaklaşımından alıyor elbette. 
 
Katledilen tutsaklara cenaze aracı verilmez, imam cenazeyi yıkamaz, yasak denilerek dini vecibelerini yerine getirmez... Tutsakların ölüsüne bile bu kadar nefret ve düşmanca yaklaşan devlet aklı, dirisine neler yapılabilir siz düşünün artık. İnsanlık onuruna yakışmayan bu uygulamalar bile nefretin düzeyini göstermeye yeter. 
 
Covid salgınıyla beraber hak ihlallerinin had safhaya çıktığı cezaevlerinde demir parmaklıklar ardında, korkunç şeyler yaşanıyor ve biz bunların çoğunu bilmiyoruz, görmüyoruz. "Dışarıda" en ufak bir muhalif tavır karşısında dahi şiddetin alasını gözler önünde bile sergilemekte beis görmeyen "güvenlik güçleri"nin kapalı kapılar ardında neler yapabileceklerini biraz düşünmek bile yeterli değil mi? Tutsaklar en insani en temel hakları olan sağlık hakkını dahi kullanırken, gayri insani tutumlara maruz kalıyor. "Hasta tutsaklar"  bakın altını çizerek belirtiyorum "hasta tutsaklar" ki sağlık sorunları hastaneye gitmelerini mecbur bırakacak kadar kötü değilse, hastaneye gitmeyi tercih etmiyorlar zaten. Çünkü hastaneye götürülürken ring araçlarında, hastanede tedavi süreçlerinde yaşadıkları eziyet, tamamen kasıtlı ve keyfi bir işkenceye dönüştürülüyor. Hastane dönüşlerinde Covid bahane edilerek 15 günlük ağır tecrit altında, hayvan barınaklarını andıran hücrelerde tek başlarına tutuluyorlar. Hastane dönüşü bu hücrelerde hiç bir sağlık problemi olmayan kişilerin bile hastalanacağı kadar kötü koşullar altında tutulduklarını yine tutukluların bizzat kendilerinden duyuyoruz.
 
Temel sosyal hakları olan ama zaten normal şartlarda dahi kısmen kullanılmasına izin verilen kitap-yayın yasakları, sportif, sanatsal ve benzeri faaliyetler ise Covid bahane edilerek tamamen yasaklanmış durumda. Yaşanan hukuksuzluklar, baskı, fiziksel ve psikolojik şiddet karşısında bunlardan bahsetmek bile önemsiz kalıyor ne yazık ki.
 
Düşünün 80’li yaşlardaki hasta tutsakları dahi cezaevlerinde tutacak kadar kin ve nefreti vardır devletin Kürt’e. Artık ölüm sınırına gelmiş olan hasta tutsakları tahliye ederek, sorumluluğu üzerinden atmaya çalışan devlet, bu ölümlerden bizzat sorumludur ve alenen suç işliyor, cinayet işliyor.
 
20’li yaşlarında tutuklayıp 50’li yaşlarında tahliyesini bekleyen siyasi tutsakları onlarca yıl cezaevinde tutup, sonra da haklı mücadelelerine karşı pişmanlık dayatmak, pişmanlık göstermiyor, ıslah olmamış deyip infazını yakmanın nasıl bir kötülük olduğunun tarifi var mıdır? Hukuksuzluğu ise tartışma konusu dahi değilken..
 
Dışarının sessizliği içerinin çığlığını bastırmamalı 
 
Başta Kürt halkı olmak üzere, tüm sivil toplum örgütlerinin, demokrasi güçlerinin bugün tek gündem maddesi cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine, işkence ve kötü muameleye karşı ne yapabilirizin pratik girişimleri olmalı. Dışarının sessizliği içerinin çığlığını bastırdıkça çok daha vahim durumların yaşanacağını kestirebilmek çok da zor değil. En zor süreçlerde dahi, tıkanan süreci açmak pahasına, demir parmaklıklar ardında olsalar bile, halkın mücadelesine her dönemde güç katan, en önlerde en zor koşullarda dahi mücadeleden vazgeçmeyen, direnişin bir mücadele yöntemi olduğunu, bir yaşam biçimi olduğunu ve bunun mekânlarla sınırlı olamayacağını bizlere defalarca pratikleriyle hatırlatan cezaevi direnişçilerini bugün sahiplenmek boynumuzun borcudur.
 
Bir çiçeğin kokusunu unutacak kadar uzun yıllar cezaevlerinde kalmış tutsaklar, toprağa basamadan toprağa gömülerek en büyük bedeli ödemiyor mu zaten. Ya annelerin, babaların çocuklarını göremeden, onlara hasret hayata gözlerini yummaları.. Çok acı var çok tarifi yok..
 
Bu halkın özgürlük mücadelesine en büyük bedeli hayatlarıyla ödeyen zindan direnişçilerine hepimizin borcu var ve bunu en azından onları sahiplenerek ödemek en büyük görevimiz olmalı. Cezaevlerinde yaşananlara sessiz kalmayalım, bugün onlara sahip çıkmayacaksak ne zaman sahip çıkacağız. Tutsaklar onurumuzdur, seslerine ses olalım, olmalıyız, olmak zorundayız.