Bizi bir araya getiren mücadelemiz

  • 09:02 28 Kasım 2022
  • Kadının Kaleminden
 
“Kürt coğrafyasında bir çocuk bir kadın olarak  yaşadıklarım çok tanıdık olsa da geçmişin etkisiyle özgür basınla yollarımız kesişti. Ankara’nın ayazında griliğinde Habibe, Selman, Deniz’le birlikte çalıştık. Sonra başka bölgelerde. Çatışma bölgelerinde kalmış çocukların aylarca tek kelime etmediklerine yaşadıkları travmayı unutamadıklarına şahit oldum. Benden çok daha ağırını başkaca arkadaşlar gördü…”
 
Nimet Ölmez
 
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor”  Edip Cansever. 
 
Zor zamanlardan geçtiğimiz şu günlerde ben hep çocukluğuma gidiyor, unutup unutamadıklarımı eşeliyorum. İyileşmeye çalışıyorum belki bilemiyorum. Evimizin bodrum katına şimdilerde beton dökülmüş olsa da gaz lambası ışığında kuzenlerimle korkudan titreyen gözlerimiz çıkmıyor aklımdan. Türkiye ile Irak sınırında olan köyümüz 90’lı yıllarda çatışmaların tam ortasındaydı. Orada büyüyen çocukluğum her şeye alışkındı. Hemen her gece 1 kilometre uzağımızda bulunan askeri karakolda silah, top sesleri kesilmezdi. Evin büyükleri önce silah seslerine kulak kabartır, sonrada usulca pencereden karakola bakardı. Eğer atışlar tek taraflı yapılıyorsa derin bir nefes alır ‘korkmayın karakol normal atış yapıyor’ deyip bizi sakinleştirirlerdi. Ama mermiler karşılıklı patlıyorsa cümbür cemaat hepimizi toplayıp evin en alt katına inerlerdi. Toprak kokusu, gaz lambası ve nenemin hep tekrarlanan aynı masalları olurdu o bodrum katında.
 
Uyuyamayan çocuklar
 
Zap vadisinin dağ eteklerinde kurulmuş bu köyde en çok biz çocuklar korkardık. Kafamızda türlü türlü senaryolar geçer, oyunlarımız birbirine karışırdı. Hiçbir ninni, hiçbir masal onca çocuğu huzurla uyutamazdı. Ta ki güneş doğup o karanlığı dağıtıncaya kadar. Bizler bizden sonraki çocuklar hatta şimdi ki çocuklar aynı silah seslerini duyarak uykuya daldı. Dağlarımız, yaylalarımız hatta çiçek topladığımız bahçelerimiz yasaklanır, tel örgüleri aşan keçilerimiz vurulurdu. Yaşamın her alanına yansımış bu yasaklar bize hem çok tanıdık hem de çok yabancıydı.  
 
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana - dolana,
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sancı,
Bir hayin bıçak...
 
Salonda açık televizyon alt yazı geçiyor “Geçimli geçilmedi: 8 şehit 14 PKK’lı öldürüldü.” Tarih Ağustos 2012. Mevsimlerden yaz. Anlamsızca bakıyorum televizyondan geçen habere, spiker konuştukça sinirleniyorum. Oysa yaşadıklarımızın özeti bu değildi. Askeri karakolda silah sesleri erken başlamıştı. Sabaha kadar köy halkı geceyi karanlıkta evlerinin en alt katlarında ses çıkarmadan geçirdik. Silah helikopter sesi aralıksız sürdü. Küçücük odalarda birbirimizin evine sığınarak ayakta kaldık. Havanın aydınlanmasıyla sessizlik çöktü köye. Korkumuzu, açlığımızı bir kenara bırakarak genç yaşlı karakola koştuk. Yürüdükçe ayaklarımız ağırlaştı, dizlerimizin bağı çözüldü. Her yer bir savaş alanını yansıtıyordu etrafa saçılmış silahlar, binlerce boş mermi kovanı…
 
Akşam güven vermiyor, sabahın sevinci yok
Ne güleç bir yüz ne hareli bir merhaba
Herkes sırtıyla konuşuyor birbiriyle…
Toprak yok, bahçe yok, sular bir derin hasret
Kuşlar bile kekeleyerek uçuyor havada…
Acıdan başka her şeyi bırakıp geldik
Alnımızda külü kalbimizde koru yanan evlerin
Her parmağımızda bir çocuk can verdi.
Bizim olan ne varsa terk edip bir talana
Bizim olmayan bu iğdiş gökler altında
İnsan nasıl başlar yeni bir hayata…
Bir diş gibi sökülüp atılmışsa yerinden… Şükrü Erbaş
 
Bakışı olmayan bedenler dağılmış her tarafa. Sağımız solumuz ölüm. Ağır bir koku,  gözlerden taşan bir öfke. Asker, korucu ve PKK’li onlarca yaşam… Etrafıma baktım bütün köy orada, gözlerim küçük çocuklara takıldı bir süre, sonra yine yerde yatan yaşamlara. Hafızamda son bir görüntü, karakolun açılıp kapanan bahçe kapısından 14 cenazenin sıra sıra dizilmiş hali. Daha sonra başka bölgelerden asker, korucu, polis yığıldı köyümüze. Olağanüstü bir hal. Onlar tel örgülerin üstüne beton duvarlar ördü karakola. Bizlerde tütün tarlalarımıza dönüp rastgele etrafa isabet etmiş mermileri topladık. Birkaç gün sonra ana akım medyadan birkaç gazeteci köye gelip kimi yaşlılardan “Köyümüzde çatışma istemiyoruz” şeklinde röportajlar alıp gitti. Oysa bu ilk değildi, o bölgede rastgele kimi çevirseniz size ölüm, gözyaşı, çatışma istemediğini söyleyecekti. Madalyonun görünmeyen yüzü olarak evlerimizin duvarlarına saplanan mermiler, çocuklarımızın gözlerine çöken korku vardı. Bunun fotoğrafı çekilmez miydi? Oysa yaşadığımız coğrafyayı cehenneme çeviren güvenlikçi politikalar yaşam alanlarımızı dar bir boğaza çeviren anlayış ne olacaktı?  
 
Kürt basınının tanıklığı
 
Kürt coğrafyasında bir çocuk bir kadın olarak  yaşadıklarım çok tanıdık olsa da geçmişin etkisiyle özgür basınla yollarımız kesişti. Ankara’nın ayazında griliğinde Habibe, Selman, Deniz’le birlikte çalıştık. Sonra başka bölgelerde. Çatışma bölgelerinde kalmış çocukların aylarca tek kelime etmediklerine yaşadıkları travmayı unutamadıklarına şahit oldum. Benden çok daha ağırını başkaca arkadaşlar gördü. 
 
Mesela Şırnak’ı hiç bilmeyen Deniz Nazlım en çetin dönem sokağa çıkma yasaklarında çıkıp Cizre’ye gitti. Orada haberler yaptı. Defalarca yolu kesildi, güvenlik görevlileri tarafından tehdit edildi. Aldırış etmedi, ısrarla çalıştı. Habibe, Diren, Berivan’da öyle. Türkiye’nin metropollerinden çıkıp o bölgelere gidip haber yaptılar. Diyarbakır, Cizre, Siirt hepsinde kameranın yükünü taşıdılar. Kadınların sezgilerini, ezgilerini birbiriyle dayanışmasını yazdılar.
 
Hayvan otlatırken, havan topuyla bedeni parçalanan Ceylan Önkol’un gözlerini, evinin önünde 13 kurşunla 12 yaşında vurulan Uğur Kaymaz’ı, vesikalık tek fotoğrafıyla hafızamıza kazınan ve yine evinin önünde öldürüldükten sonra cesedi bozulmasın diye derin dondurucuya konulan Cemile Çagırga’nın ölümünü özgür basın yayınladı. Olay yerine ilk onlar koştu. Çoğumuzun arşivi yaşamını yitiren çocukların ve onlara ağıt yakan annelerin fotoğraflarıyla doludur.
 
Diren Yurtsever, Berivan Altan, Deniz Nazlım, Selman Güzelyüz, Hakan Yalçın, Ceylan Şahinli, Emrullah Acar ve JİNNEWS muhabirleri Habibe Eren ve Öznur Değer’in "örgüt üyeliği" suçlamasıyla tutuklanması elbette nedensiz değildir. Özgür basın inatçıdır. Önemlidir, değerlidir. Tüm üyeleri tutuklansa da sahaya çıkacak gönüllü muhabirleri hep vardır. 
 
Son sözümü Alman yazar Günter Grass’ın ikinci dünya savaşından sonra kaleme aldığı “Teneke Trampet” eserinden bir alıntıyla bitirmek istiyorum: “Savaşların nedenlerini, sonuçlarını tartışabiliriz, barışa ulaştıracak koşulları ön görmeye çalışıp, çeşitli analizlerde bulunabiliriz. Fakat ister kavramsal ister tarihsel bir araştırmada bulunalım, savaş söz konusu olduğunda göz ardı edilemeyecek mesele yurttaşların deneyimleri ve sorumluluğudur. Yurttaşlar, bazı durumlarda savaşların faili, bazı durumlarda mağduru bazı durumlarda ise tanığı olabilir.” Evet Kürt basının tanıklığı göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. 
 
Gazeteci
 

Etiketler:

Okumadan geçme!