‘Kadınlar yargıya güvenmiyor’

  • 19:10 15 Mayıs 2022
  • Güncel
 
İZMİR - Alevi kurumlarının düzenlediği sempozyumda kadına şiddeti tartışan feminist ve insan hakları aktivistlerden Avukat Eren Keskin, kadınların yargıya güvenmediğine dikkat çekti. Sempozyumda erkek devlet sistemine karşı mücadele edilmesi gerektiğini vurgulandı.
 
Alevi Bektaşi Kültürünü Tanıtma Derneği (ABKTD), Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) “Aleviler: Din, Beden, Cinsiyet; Neşeden Kedere” Sempozyumu 3’üncü gününde devam etti. İzmir Kültürpark Fuar Alanı’ndaki İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde yapılan sempozyum bugün iki oturumla devam etti.
 
“Eril siyasetin yok saydıkları, bir umut arayışı” başlığıyla yapılan ilk oturumda gazeteci Ali Duran Topuz, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit ve LGBTİ+ aktivist Ali Yıldırım konuşmacı olarak yer aldı.
 
Oturumda ilk olarak Gazeteci Ali Duran Topuz konuştu. Ali, Alevilikteki kirvelik ve musahiplik kültürünü anlattı. 
 
‘Öğretmenlerin işlevi Türkçe öğretmekti’
 
HDP Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit ise, konuşmasına yaşamını yitiren Kürt siyasetçi Aysel Doğan’ı anarak başladı. Aysel Doğan’ın cenazesine saldırmanın hiçbir inançta kabul edilemeyeceğini vurgulayan Gülistan, saldırıyı kınadı. Ardından hayatından kesitler aktaran Gülistan, “Ailelerimiz okulda başarısız olursunuz diye bize Kürtçe konuşturmazlardı. Bunun sonucunda anadilim Kürtçede başarısız oldum. Öğretmenlerin ise en büyük işlevi bize Türkçe öğretmekti. Dilin yanı sıra bir de dini baskılar yaşadık. Son olarak ise Alevi, kadın olmak meselesinin yanına Kürt olmak ve HDP’li olmayı ekleyebiliriz. Bir kişide ne kadar öteki kimlik bulunabilirse hepsini taşıyoruz. Devlet Türklük bilincini işlemeye çalışırken, Dersimi Kürt coğrafyasından yalıtan bir hat izledi. Ondan kaynaklı benim için Alevilik ve Kürtlüğü bir araya getirmek çok zor oldu” şeklinde konuştu.
 
Dayanışma siyaseti
 
Ali Yıldırım da, Türkiye’de cinsel ve mezhepsel ayrıştırma süreçlerinin iç içe yürüdüğünü aktardı. Ali, “Türkiye’de ölüm ve yasın ırksallaştığı, mezhepselleştiği ve cinselleştiğini gördük. Bu açıdan politik ölümleri hatırlatmanın da duygusal olarak ne yaptığını da konuşmamız ve ortaklaşmamız lazım. Dayanışma ve ittifak siyasetlerine ihtiyacımız var” diye belirtti.
 
Verilen aranın ardından ise “Sen benim sırtımı, ben senin sırtını: Devletli erkeklik” başlıklı oturuma geçildi.
 
Kadınlar yargıya güvenmiyor
 
Bu oturumda ilk olarak konuşan İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Eren Keskin, kadınlara yöneltilen devlet şiddetine işaret etti. Türkiye’de yakın döneme kadar hukukta kadına yönelik suçların tanımlarının yapılmadığını ifade eden Eren, “Kadınların mücadeleleri sonucunda yazılı hukukta düzenlemeler yapıldı. Fakat Türkiye hukuk devleti olmadığı için bu sefer de uygulamada yeterli olmadı. Türk yargısı işkence ve cinsel işkence suçlarında Adli Tıp Kurumu (ATK) raporu dışındaki raporları delil kabul etmiyor. ATK ise tamamen siyasi idareye bağlı, tıp etiğinden yoksun kararlar veriyor. Bunlardan kaynaklı da kadının yaşadığı cinsel işkenceyi açıklaması çok zor bir şey. Kadınlar yalnız hissettikleri ve yargıya güvenmedikleri için ya hiç açıklamıyor ya da geç açıklıyor” dedi.
 
Kamplar sivil topluma kapalı
 
Eren, mülteci kadın ve çocukların da büyük bir şiddet sarmalında olduğuna değinirken, “AFAD kampları sivil topluma kapalı. Oradan kız çocuklarına ve kadınlara yönelik taciz, tecavüz gibi olaylara dair çok sayıda haber geliyor. Geri Gönderme merkezlerinde de kadınların yaşadığı devlet şiddetini hepimiz biliyoruz. Yine şiddete maruz kalan trans kadınlar ise sadece polisten değil toplumun her kesiminden şiddet görüyor. Sonuç olarak bize dayatılan, Türk ve Sünni dışındaki tüm kimlikleri yok sayan erkek ideoloji tüm yaşamımızı sarıp sarmalamış” değerlendirmesinde bulundu.
 
İstanbul Sözleşmesi
 
Ardından konuşan feminist avukat Oya Meriç Eyüboğlu da, kadınların köklü ve katmerli ezilmişlik ile karşı karşıya kaldığını aktardı. Bu ezilmişliğe karşı çıkan İstanbul Sözleşmesi’nin temel özelliğinin erkek şiddeti ile mücadelede ön koşul olarak eşitliği getirdiğini vurgulayan Meriç, şöyle devam etti: “Bu anlamda İstanbul Sözleşmesi ile feministlerin yolu ‘neden eziliyoruz, eşit değiliz’ sorusunda da yolu birleşiyor. Sözleşmeye karşı siyasi iktidarın temel motivasyonu aile ve LGBTİ meselesiydi. Aile konusunda tereddütlü olmamamız lazım. Erkek şiddetinin temeli ev içinde başlıyor. Ev içinde taciz, tecavüz, her türlü şiddet var. Dolayısıyla bizim aileyle derdimiz var. Erkekler toplumsal hayatta ayrıcalıklara sahip ve bu ayrıcalıkları ve iktidarı seviyorlar. Bunu elde tutmanın en basit araçlarından birisi de şiddet. O yüzden de erkek şiddeti kurmak istediğimiz yeni hayata giderken mücadele etmemiz gereken şey.”
 
Kadın beyanı
 
Son olarak konuşan feminist aktivist Beyhan Demir ise, “Kadının beyanı esastır” ilkesini ve ifşa kültürünü anlattı. Kadınların yaşadıkları şiddeti ispat etmeye zorunlu bırakıldığını belirten Beyhan, “Kadınların beyanını esas alınarak bu şiddete karşı mücadele etme talebimiz yıkıcıdır. Kadının beyanını esas alınarak, kadınları yeniden şiddete uğratmadan failden şiddeti uygulamadığının ispatını isteyeceksiniz. Bu ilkede sistemin kimi ezdiğinden bahsediyoruz. Kadınlar kimi çekincelerle beyanlarını hemen yapamıyor. Bu ilke ile faili işaret ederken kadının özneleştiği bir süreçten bahsediyoruz. Kadının beyanını esas alınması ve bunun politik pratiği olarak ifşanın kullanılmasını tartışıyoruz. Kadınlar yalnızlaşma pahasına sanal medyada başlarına gelenleri anlatmaya başladı. Bunun için başımıza bir şey geldiğinde güveneceğimiz mekanizmaların olması önemli. Kadınların beyanını sorgulamak yerine önce dayanışmak önemli” ifadelerini kullandı.