9 ayda 62 tutsak katledildi

  • 09:03 2 Ekim 2022
  • Güncel
Dilan Babat
 
ANKARA - Cezaevlerinde her geçen gün devam eden hak ihlallerini değerlendiren İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonu Eş Sözcüsü Nuray Çevirmen, yılın başından bu yana 62 tutsağın yaşamını yitirdiğini söyledi. Nuray, Türkiye’deki sistemin bir hapsetme rejimine dönüştüğünü söyledi.
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecridin, diğer cezaevlerinde de yansıması söz konusu. Bu yansıma, şüpheli ölüm ve diğer hak ihlalleriyle beraber farklı boyutlarda artışa neden oluyor. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik 29 Aralık 2020’de Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra tutsaklara dönük “iyi hali” olmadığıyla gerekçesiyle tüm cezaevlerinde cezaları biten tutsaklar idare ve gözlem kurullarının kararının engelline takıldıkları için idare ve gözlem kurullarına çıkmama kararı aldı.  
 
Cezaevlerinde devam eden hak ihlallerine tepkiler devam ederken, iktidar kanadı ise tek bir adım atmamakta ısrarlı.
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi Hapishaneler Komisyonu Eş Sözcüsü ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Nuray Çevirmen, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerini değerlendirdi.
 
2022’den bu yana 62 tutsak yaşamını yitirdi
 
Yılın başından bu yana 62 tutsağın yaşamını yitirdiğini söyleyen Nuray, bu tutsaklardan 30’unun sağlık sorunlarından dolayı yaşamını yitirdiğini ifade etti. 30 tutsaktan 3’ünün 80 yaş ve üzeri olduğunu dile getiren Nuray, “Pandeminin ilk başlangıcından 65 yaş üstü mahpusların serbest bırakılacağı konuşuluyordu ama bu yasa bambaşka bir yöne evrildi. Ne yazık ki TMK kapsamında tutularak, hasta mahpuslar hapishanede tutulmaya devam ediyor. Hasta mahpus listesi hazırladığımızda birçok mahpus 65 yaş üzerinde cezaevinde tutuluyor. Yaşamını yitiren mahpusların içerisinde bazıları infazları ertelendikten çok kısa bir süre sonra yaşamını yitiriyor. Bunları da cezaevinde yaşamını yitirmiş olarak bakıyoruz.  Çünkü o süreçte sağlık sorunu ilerledi, tedavi imkanlarından yok sayıldılar ve ölüm sınırına geldiler. Ölüm sınırında cezaevinden çıkmaları onların cezaevinde ölmemiş olduğu anlamına geliyor. 2 mahpus infaz ertelemeden bir hafta sonra yaşamını kaybetti. 1 mahpus birkaç ay sonra, 1 mahpus 15 gün sonra 1 mahpus daha 15 gün sonra yaşamını yitirdi” dedi. 
 
‘Sistem hapsetme rejimine dönüştü’
 
Adli Tıp Kurumu’nun (ATK), “cezaevinde kalamaz” durumda olan tutsaklara ısrarla yapılan tetkiklere rağmen ısrarla “cezaevinde kalabilir” raporlarını vermesiyle tutsakların cezaevlerinde yaşamlarını yitirmesine neden olan bir süreç söz konusu olduğunu vurgulayan Nuray, “Yaşamını yitiren mahpusların içerisinde 11 mahpus intihara sürüklendi, bir mahpusun ölüm nedenini bilmezken, 25 mahpusun ölümü şüpheli. Mahpusların neden yaşamını yitirdiğine dair şiddet ve işkence görüntüleri kamuoyuna yansıyor. Bütün bu süreçleri yürüten,  insan haklarını ihlal eden görevlilerin yanına kar kalmış oluyor. Adil bir süreç yürütülmediği için yaşamını yitiren mahpuslar bağlamında Adalet Bakanlığı’nın tüm cezaevlerinde, insan hakları normlarına uygun bir şekilde bir infaz sistemi yürütmesi gerekirken, ne yazık ki bundan azade durumdayız. Sadece cezaevlerindeki hak ihlallerini sonlandırılması meselesi değil, temel sorun Türkiye’deki sistemin bir hapsetme rejimine dönüşmüş durumda olması. Şu anda hapishanelerde sürekli artan bir mahpus sayısı mevcut. 326 binin üzerinden bir mahpus sayısı var, her istatistikler açıklandığında birkaç bin arttığına tanık oluyoruz. Sürekli cezaevine giriş çıkış olmasına rağmen bu rakam sürekli artıyor” diye belirtti.
 
‘Yaşam hakkının ötesine geçemedik’
 
Yeni yapılan yüksek güvenlikli cezaevlerine değinen Nuray, şu sözleri kullandı: “Burada mahpuslar tek başına bırakılarak tecrit ediliyor. Tecrit çok önemli bir sorun mahpusların üzerinde. Hem bedensel bütünlüklerine zarar veren bir noktada hem de psikolojik olarak yıpratıcı. Cezaevlerinde mahpuslar uzun yıllar o hapislik koşullarında hastalıklara maruz kalıyorlar, tek kişilik yerde yüksek güvenlik ve S tipi cezaevlerinde tek tutulan mahpuslar günün bir saatinde başka bir yere havalandırmaya götürüyorlar sonrada geri getiriyorlar. Koğuşun kendine ait bir havalandırması yok,  bu olmadığı için çamaşırlarını koğuşta kurutmak zorunda kaldığı için hem romatizma hem de akciğer sorununa neden oluyor. Bir kişinin 24 saat içerisinde tek başına tutulması bir işkence yöntemidir. Türkiye uluslararası sözleşmelerle, anayasanın 90’ncı maddesiyle de güvence altına aldığı uluslararası sözleşmelerde insan hakları normlarını  Türkiye’nin uygulaması zorunlu kılan sözleşmelerdir. Türkiye bu sözleşmeleri uygulamakla yükümlü ama ne yazık ki sözleşmeleri uygulamıyor. Türkiye’nin anayasal hukuk sisteminde de insanların yaşam hakkını koruyan yönetmelikler olmasına rağmen bunları ihlal ediyor. Türkiye devleti uygulamalarıyla hem kendi yasasına aykırı hareket ediyor hem de imzaladığı sözleşmelerini ihlal ediyor. En temel olan yaşam hakkının ötesine geçmiş değiliz. “
 
‘Objektif olmayan kararlar’
 
İdari ve Gözlem Kurulu’nun yönetmeliğe girdiğinden bu yana tutsakların mahkemece verilmiş olan yasal olarak infazlarını tamamlamalarının sürelerinin bitiminde tahliyelerin engellendiğine işaret eden Nuray, “İdari gözlem kurulu sadece bunlarla ilgili kararlar vermiyor. Mahpusların cezaevlerinde yaşamlarını devam ettirmeleri ile ilgili pek çok uygulamaya bu kurul karar veriyor. Bu kurulun bu kararları verirken, yeterli donanıma sahip olup olmadığı noktasında herhangi bir durum söz konusu değil. Bir mahpus mahkemede yargılanıyor, belirli bir süre ceza alıyor. O cezasının müddetnamesi de ne kadar süre sonra tahliye edileceği, koşulu salıverilme ya da denetimli serbestlikten yararlanıp yararlanamayacağı yazar. Ancak idare ve gözlem kurularının kararlarıyla mahpuslar ilk dönemlerde altı aylık süreyle sonraki dönemlerde üç aylık periyotlarla gözlem kurullarına çıkarılarak çok soyut bir takım sorulara maruz kalıyorlar. Gerçekten uzak, objektif olmayan kararlar neticesinde bu hakları engellenerek hapishanelerde kalmaya devam ediyorlar” sözlerini kullandı. 
 
Disiplin cezaları veriliyor
 
Tutsakların kendi haklarını aramalarıyla ilgili disiplin cezalarına maruz kaldığına işaret eden Nuray, tutsakların bu yöntemle bastırılmaya çalışıldığına vurgu yaptı. Nuray, “Haklara açılan davalar, disiplin soruşturmalarının hepsi mahpusların denetimli serbestlik ya da koşullu salıverilmelerin önüne bir engel olarak getiriliyor. Trabzon Cezaevi’nde bir mahpusa idare gözlem kurulu bir takım sorular soruyor, mahpus bütün soruya cevap veriyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında bir soruya cevap vermek istemiyor bundan üç ay erteleme veriliyor. Mahpus bütün kurallara uymuş, herhangi bir disiplin cezası yok ama şöyle bir gerekçe getiriliyor; ‘elektrik borcunu ödemiş olmakla beraber suyu tasarruflu kullanıp kullanmadığı kanat getirilmemiş’ gibi. Oda değiştirme talebi olmamış ama karantina sürecinde ya da cezaevine yeni geldiğinde cezaevi idaresinin koyduğu odalar olmasına rağmen, ‘8 kere oda değiştirdi’ gibi gerekçe konuluyor. Böyle nedenlerden kaynaklı mahpusun bir 2 ayı daha ertelendi. Bolu Cezaevi’nde bulunan mahpusların koşullu salıverilmeleri engellendi, 30 yılık mahpusun aldığı hücre cezası gerekçesiyle cezası 36 yıla çıktı. Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde kadınların durumu aynı şekilde” diye belirtti. 
 
Kurullara çıkmama kararı
 
Söz konusu uygulamadan dolayı tutsakların bu kurullara çıkmak istemediğini vurgulayan Nuray, son olarak şöyle dedi: “İnsan onurunu yok sayan, ifade düşünce özgürlüğünü yok sayan ve bir mahkeme gibi hareket eden kurullara çıkmama kararı aldılar. Mahpusların çıkması gerekirken, cezaevlerinde tutulmaya devam ediyor. Cezaevinde kalmak insanlar için kolay değil, yıpratıcı süreçte her türlü hak ihlali getirilmiş vaziyete” şeklinde konuştu.