Esmer Kıyar, devrimci edebiyatı aktif mücadele içinde geliştirdi 2022-07-28 09:01:04   Derya Ren   DİYARBAKIR - TSK’nin 25 Haziran 2020 yılında Federe Kürdistan'nın Heftanin bölgesine bağlı Şeşdara alanına yönelik gerçekleştirdiği hava saldırısında 2 arkadaşı ile birlikte yaşamını yitiren Esmer Kıyar'ın "Gün Işığında Büyürken" kitabı yayınlandı. Esmer'i anlatan ablası Zeynep Kıyar "Edebi anlatım düzeyi çok yüksekti" dedi.   Devrim ve edebiyatı buluşturan isimlerden biri olan Esmer Kıyar (Esmer Devrim Zerdeşt) TSK’nin 25 Haziran 2020 yılında Federe Kürdistan’ın Heftanin bölgesine bağlı Şeşdara alanına yönelik gerçekleştirdiği hava saldırısında 2 arkadaşı ile birlikte yaşamını yitirdi. Esmer, güçlü bir kişiliğe sahip olmasının yanı sıra, aynı zamanda da güçlü bir edebiyatçıydı.   1987 yılında Diyarbakır'ın Dicle ilçesine bağlı Pirêjman (Kurşunlu) köyünde dünyaya gelen Esmer, ilk, orta ve lise öğrenimini Diyarbakır’da tamamladı. Esmer’in politik faaliyetlere olan ilgisi, Siirt Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü'nde öğrenimine devam ederken de sürdü. Üniversitenin ilk yılından itibaren aktif bir şekilde politik çalışmalar içinde yer aldı. Bulunduğu her ortamda aktivist kimliğiyle öne çıkan Esmer'in üniversite hayatı, 2010 yılında siyasal çalışmaları gerçekçe gösterilerek gözaltına alınıp tutuklanmasıyla kesintiye uğradı. Siirt Cezaevinde 4 yıl 8 ay tutulan Esmer, tutuklu bulunduğu süre içerisinde “Gün ışığında büyürken” isimli romanın yanı sıra onlarca öykü ve şiir kaleme aldı. 2015 yılının Temmuz ayında özgürlüğüne kavuşan Esmer, ülkenin değişik bölgelerinde aktif siyasal çalışmalara kaldığı yerden devam ederken, 25 Haziran 2020 yılında Heftanin'de yaşamını yitirdi. Geçtiğimiz ay Esmer’in “Gün ışığında beklerken” kitabının basımı yapılırken, Esmer’in geride bıraktığı şiirler ve öyküleri de kitaplaştırılacak.   ‘Yoldaşlığı derinden yaşar ve hissettirirdi’   Verdiği bir röportajda, "PKK yoldaşlığı, kendinden önce yoldaşını düşünmek, fedakârlık göstermektir" diyen Esmer’i mücadele arkadaşları onu şu sözlerle tanımlıyor: “Heval Esmer’in yoldaşlarına güç veren özelliğinin temeli; PKK yoldaşlığını derinden yaşaması ve hissettirmesiydi."   ‘Politik bir ortamda büyüdü’    Esmer’i anlatan ablası Zeynep Kıyar, sistemin zorbalığı içerisinde bir çocukluk geçirdiklerini söyledi. Zeynep, 1993 yılında köylerinin yakılmasından sonra Diyarbakır merkeze taşındıklarını belirterek, “Esmer, küçüklüğünde zulüm ve işkencelere çokça tanıklık eden bir çocuktu. Okul önlerinde insanların işkence edilmesi, gözaltına alınması gibi durumlara çok küçük yaşta tanık oldu. Politik bir ortamda doğdu büyüdü ve öyle yaşadı. Okullarda mutlaka devrimci gençlikte yerini alırdı. Üniversiteyi kazanıp gittikten sonra bu durum daha profesyonel bir duruma döndü. Üniversite için Siirt’e gitmesi gerekiyordu ve bize ‘benimle biriniz gelin ben gitmeyi bilmiyorum’ demişti. O süreçte de ailede biraz sıkıntılar olduğu için babam onunla gidemiyordu. Ve babam ona ‘kızım sen Türkiye’nin ve Kürdistan’ın neresine gidersen git mutlaka bir parti binası vardır, ne olursa olsun arkadaşlar çözerler’ diyor. Esmer’de il binasına gidiyor, Diyarbakır’dan geldiğini, üniversite kazandığını ve ona yardım etmelerini istediğini söylüyor. Böyle aralarında komik bir durum oluyor” ifadelerini kullandı.   ‘Esmer bu ülkenin acılarından çokça etkilenen biriydi’   “Esmer, örgütçü yanı güçlü biriydi. Bu yönüyle kendini toplumda kabul ettirmiş biriydi” diyen Zeynep, 2010’da KCK operasyonlarının yoğun olduğu bir süreçte gözaltına alındığını ve daha sonra tutuklandığını kaydetti. Esmer’in cezaevinde kaldığı süre içerisinde kitap çalışmasına başladığının altını çizen Zeynep, “Henüz başlangıç sürecindeyken tahliye oldu. 20 gün sona başka bir dosyadan tutuklandı. Alındığında ‘bu defa kitabı bitireceğim’ demişti. Kitap çalışmasını böylece devam ettirdi. Esmer bu ülkenin acılarından çokça etkilenen biriydi. Yaşanan birçok acıya tanık olan biriydi. Sanıyorum ki bu toplumun acılarını dile getirmek istiyordu. Kitapta bahsettiği arkadaşı hala zindanda olan Kobanê’li ve Esmer’in çokça sevdiği bir arkadaşıdır. Bizde abla-kardeş kavramı pek fazla yoktur ama Esmer, Sakine için benim ‘ikinci ablam’ diyordu. Aslında iki kadının mükemmel yoldaşlığı üzerinden bu kitap ortaya çıkıyor. Sakine anlatıyor, o da yazıyor. Daha sonra Sakine, Şakran cezaevine sürgün edildi. Eksik kalan diğer yönleri de mektup üzerinden gönderiyordu” dedi.   ‘Devrimciler, edebiyatı, kültürü ve sanatı da geliştiriyor’   "Gün ışığında büyürken" kitabının konusuna değinen Zeynep, “Neden bu kitap? Çünkü Sakine’nin hayatından çok etkileniyordu. 8 aylık bebeğin annesini kaybetmesi üzerinden girişiyor hikâyeye. Politik mücadeleye kadar getiriliyor. Sakine’nin ailesi özgürlük mücadelesinde şehitleri olan bir aile. Biz kitabı Sakine’ye gönderdik fakat sanırım hala eline ulaşmış değil, çünkü kitap bayram öncesi çıktı. Toplumda hemen hepimize dokunan, her okuyucunun kendisini bulduğu bir nokta var kitapta. Bu kitap hepimizin toplamı aslında. Devrimcilik artık günümüzde bir edebiyata bürünmüş durumda, bunu Kürdistan devrim hareketinin yazarları için söylüyorum. Dünya devrimlerine baktığımızda mesela Bolşevik devriminde 200 yıllık bir edebiyat geleneği var ve 200 yıllık devrimi edebiyat üzerinden gerçekleştiriyor. Bizde ise kesintiye uğramış isyanlar dışında elimizde yazılı bir Kürdistan tarihi, bir edebiyatımız yok. Devrimciler aynı zamanda edebiyatı, kültürü ve sanatı da geliştiriyor. Kültür var olan bir şey ama devrimci sanat ve devrimci edebiyatı aktif mücadele içerisinde geliştiriyorlar. O yüzden bizim dünya devrimlerimizden diğer farkımız da bu” diye konuştu.   ‘Duygu olmasa devrimcilik olmaz’   Kürtlerin yazılı edebiyatının çok az olduğunun altını çizen Zeynep, konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Bu durumu Kürt devrimcileri açısından daha zor buluyorum. Politik mücadelede aktif yaşayıp yazmak çok daha zor olsa gerek diye düşünüyorum Heval Esmer şahsında yazan ya da yazmayan tüm arkadaşlar için. Bizim daha zor bir devrim sürecimiz var. Ehmedê Xanî, Melayê Cizirî gibi isimler var ama günümüze kadar gelmiş yazılı eserler değil. Duygu olmasa devrimcilik olmaz, ben buna inananlardanım. Heval Esmer de böyle düşünüyordu. Duygularını kaleme dökmek, kâğıda aktarabilmek gerçekten kolay olmasa gerek diye düşünüyorum. Örneğin zindanda yazarsın ve alıp götürürler, el koyarlar. Ve sen aynı şeyleri tekrar yazmaya başlarsın. Ona rağmen inatla yazmak, bir şeyler üretmek, bir eser bırakmak çok başka bir şeydir. Heval Esmer kararlı bir kadındı, netti. Heval Esmer aktif mücadelede olma, gitme kararlılığı zindan öncesine dayanıyordu. Yakalandıktan sonra da kararından asla vazgeçmedi. Giderken arkasında bir eser bırakmakta ısrarcıydı. En azından ‘zindanı boş geçirmek istemiyorum’ düşüncesindeydi. ‘Arkamda bir şeyler bırakarak gideceğim’ diyordu.”   ‘Heval Esmer’in mektuplarını sesli okurduk’   “Heval Esmer’in zindanı zihinsel olarak yaşadığını düşünmüyorum” diyen Zeynep, “Çünkü Esmer, zindana girer girmez edebi çalışmalarına başladı. Esmer’in zindanda bulunduğu süreçte bende tutukluydum. Mektuplarında da kültür üzerine, edebiyat üzerine yoğunlaşmalarını anlatıyordu. Heval Esmer’in mektuplarını koğuşta okurduk, çünkü hepimiz merakla beklerdik onun mektuplarını. Geldiğinde de 10 sayfaya yakın yazardı. Biz bütün koğuş oturur, onun mektuplarını sesli okurduk. Ben okuyamazdım genelde, etkilenirdim. Hatta ben cezaevinden çıktığım zaman zindanda kalan diğer arkadaşlar Esmer’in mektuplarını aldılar. Normal mektuplardı ama edebi anlatım düzeyi çok yüksekti. Klasik bir kadın değildi dolayısıyla mektupları da klasik değildi” diye konuştu.   ‘Esmer, yaşarken de çok sevilen bir kadındı’   Zeynep, Esmer’in cezaevi arkadaşları ile görüştüğünü belirterek, “Bundan iki gün önce, onunla aynı zindanda kalan bir anne ile karşılaştım. Bana ‘Esmer çok güzel bir kadındı, o hiçbir çelişkiye, çatışmaya girmezdi, çok olgundu. Yaşıtlarına göre, çok farklı biriydi’ dedi. Esmer yaşarken de bunlar onun için söylenen şeylerdi. Mümkün mertebe kaldığı ortamı güzelleştirmeye çalışan bir kadındı. Çocukluğuna dayanan güzel bir özü vardı. Esmer hakkında gururla söyleyebileceğim noktalardan bir tanesi, o yaşarken de çok sevilen bir kadındı. Esmer’in adını duymuş ve tanıyan herkes ondan çok güzel bahseder. Bu her insanın yaşarken yakalayabileceği bir şey değil. Hepimizin çelişkili tarafları vardır ama Esmer yaşarken de çok sevilen bir kadındı” dedi.   ‘Esmer’in cenazesi var mı yok mu bilmiyoruz’   Esmer’in 25 Haziran 2020 yılında Heftanin’de bulunan Şeşdara alanında 2 arkadaşı ile birlikte yaşamını yitirdiğini hatırlatan Zeynep, ancak onun yaşamını yitirdiğini 17 Temmuz 2020 yılında basın üzerinden öğrendiklerini kaydetti. Zeynep,  “Ağustos ayında sabah gazetesinde çıkan bir haber üzerinde aile olarak Şırnak’a gittik, başvuru yaptık. Sonra bizi hastaneye yönlendirdiler. Hastaneye gittik daha sonra savcı ellerinde 3 cenaze olduğunu, 3’ünün de erkek olduğunu ve Botan tarafında şehit düştüklerini söyledi ve gidip görmemizi istedi. Hatta bunun üzerine bize baskı yaptılar ‘erkek cenazesidir ama savcı kararı ile gidip görmeniz gerekiyor’ diye. Bu durumu kabul etmedik. Daha sonra yetkililer bize sınırın diğer tarafında şehit düşenlerin cenazelerini getirmediklerini söylediler. Bunun üzerine bizi polis merkezine götürdüler, ifadelerimizi aldılar. Sınırın diğer tarafında şehit düşenlerin cenazelerinin getirilmediğini öğrendiğimizde DNA testi vermedik. Onun dışında da hiç bilgi almadık. Cenazesi nerde, var mı, yok mu? Hiçbir şey bilmiyoruz şuan. Ve en büyük yaramızdan biri” sözlerine yer verdi.   ‘Cenazenin nerede olduğunu bilmiyoruz’   Zeynep, Esmer’in yaşamını yitirdiği alanın çıkan haberlere göre TSK tarafından 66 defa bombalandığının altını çizerek, “Karadan ve diğer saldırıları saymıyorum bile. Dolayısıyla cenazenin bir bütün olmadığını biliyoruz, annem de bunu biliyor. Biz bu coğrafyada büyüdük birçok şeyi gördük. 1994 yılında Lice’de aracın bombalaması sonucunda annemim babası yaşamını yitiriyor. Annem kendi babasının parçalarını toplamış bir kadındır. Tüm bunları bilmesine rağmen yine de Esmer’e ait bir parça istiyor. Her aile gibi bu noktada biz de zorlanıyoruz. Bir parçası var mıdır, yok mudur? Bilmiyoruz. Ara ara polisler gelip Esmer’i soruyorlar bize. 2-3 ay önce tekrar sordular, böyle bir yıpratılmaya maruz kalıyoruz. Bu yönü gerçekten insana acı veriyor. Kürdistan’ın neresinde olursa olsun, hangi taşın, toprağın altında olursa olsun bizim açımızdan fark eden bir şey yok. Sadece nerededir? Kimsesizler mezarlığında mı? İnsan bunu merak ediyor, öğrenmek istiyor” değerlendirmesinde bulundu.   ‘Mücadelelerine sahip çıkmak önemlidir’   Esmer ve onun gibi mücadelede yaşamını yitirenlerin çok güzel yaşadığını sözlerine ekleyen Zeynep, “Onlar yazılı bir eser bıraksalar da bırakmasalar da hep yaşayacaklar. Varoluş mücadelesinde kendilerini özgürleştirdiler. İnsanı kendisini var etmesi kadar zorlu, meşakkatli bir yol yoktur. Bıraktıkları mücadeleye sahip çıkmak çok önemlidir. O noktada mücadele etmek, bu yola sahip çıkmak hepimizin sorumluluğudur. Esmer ‘ben gittiğimde beni yolcula’ diyordu. Gizli saklı yaşayan, düşüncelerini asla gizleyip sonradan yapan bir kadın değildi. Tabi o giderken ben yanında olamadım maalesef. Ve onunla ilgili en çok da hayal ettiğim şey de, giderken neyi düşündü. Toprağa düşerken kim geldi aklına? En son kimi düşündü? Bunlar galiba hayatım boyunca hiç cevap bulamayacak sorulardır. Eğer Esmer sistem içerisinde 60 sene yaşasaydı beki bu kadar güzel ve anlamlı bir yaşamı olmayacaktı” diye kaydetti.   ‘Acılarımızdan kaçmak için konuşmayız’   Zeynep, Esmer’in geride kalan özel eşyaları ve yazılarından küçük bir müze yaptığını anımsatarak, konuşmasını şu cümlelerle sonlandırdı: “Ondan kalan çok şey var evde. Zindandan çıktıktan sonra son kullandığı eşyalar var. Onlardan çok kaçıyordum ben. O gittikten sonra mektuplarını hiç okuyamadım bugün sizin için açtım. Bana buradaymış gibi hissettiriyor. Her an birlikteymişiz gibi. Biz toplum olarak öyleyiz, acılarımızdan kaçarız. Acılarımızdan kaçmak için konuşmayız. Daha önce akrabalarda, ailelerde yaşanan şehadetler üzerinde, hep geçmişi unutma üzerine yol almaya çalıştık. Yüzleşmediğimiz her incinme bugün bizi biraz zorluyor. Ben biraz yüzleşilmesi gerektiğine de inanıyorum. Kaçmamak için, kabullenmek için, her an yaşadığını var olduğunu hissetmek için bu küçük müzeyi oluşturdum. Daha büyük bir şey yapmak isterdim ama malum koşullar ortada. Bunu yaparken tabi çok zorlandım. Bir günde yapamadım, bu bayağı benim zamanımı aldı. Her bir eşyayı getirip koymak gerçekten çok zorladı. Sanki o gitmiş de sonsuza dek ayrılmışız hissi yok bende. Şehadetini çok kabullendiğimi söyleyemem. İnandığımı da söyleyemem açıkçası. Bu bütün aile için geçerli.”