6 Şubat bir yıldır geçmedi: Hatay

  • 09:06 1 Şubat 2024
  • Dosya
 
Rozerin Gültekin-Pelşin Çetinkaya
 
HATAY - Yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen hala hiçbir çözüm geliştirilmedi. Acıları ve kayıplarıyla baş başa kalan depremzedeler için tek çözüm yöntemi olarak 20 metrekarelik konteynerler adı altında oluşturulan açık cezaevi oldu.
 
Mereş merkezli 6 Şubat’ta gerçekleşen ve 11 kentte ağır yıkıma neden olan depremlerin üzerinden bir yıl geçti. 6 Şubat günü ilki sabah saat 04.17’de 7,8 şiddetinde Bazarcix (Pazarcık) merkezli yaşanan ve 100 saniye süren, ikincisi ise saat 13.24’te 7,5 şiddetinde Elbistan merkezli yaşanan ve 45 saniye süren depremler sadece Kurdistan ve Türkiye’yi değil çok sayıda ülkeyi de sarstı. Mercalli şiddet ölçeğine göre sarsıntıların şiddeti, ölçeğin en yüksek değeri olan XII (12) olarak saptanırken, depremler sonucunda Kurdistan ve Türkiye kentlerinde resmi rakamlara göre en az 50 bin 783, Suriye'de ise en az 8 bin 476 kişi hayatını kaybetti. Yüzbinlerce kişinin yaralandığı depremlerin ardından büyüklüğü 6,7’ye kadar varan 45 binden fazla artçı sarsıntı gerçekleşti.
 
Depremler Kurdistan, Türkiye ve Suriye’nin yanı sıra Lübnan, Kıbrıs, Irak, İsrail, Ürdün, İran ve Mısır’da da hissedildi. Yine resmi rakamlara göre 35 binden fazla bina depremler sonucu yıkıldı, 300 bine yakın bina ağır hasar aldı. Afet sonrası 2 milyondan fazla kişi barınma sorunu yaşarken en az 5 milyon kişi farklı bölgelere göç etti. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), depremler sonucu Türkiye'de 658 bin, Suriye'de ise 170 bin çalışanın geçim olanaklarını kaybettiğini duyurdu.
 
Depremlerde 11 kentin içerisinde en çok yıkımın ve ölümün yaşandığı yerlerden biri Hatay oldu. Resmi verilere göre 23 bin 65 kişinin yaşamını yitirdiği Hatay’da, resmi verilere göre ağır hasarlı olan ve yıkılan bina sayısı toplamda 100 bin 687 olurken, yapımı devam eden 31 bin 624 TOKİ (Toplu Konut İdaresi) dairesi bulunuyor. Yapım aşamasında bulunan daireler ev sahibi olan depremzedelere yüzde 40 oranda yapılan ödemelerin karşılığında teslim edilecek. Hatay’da temel sorunlarından biri olan barınma sorunun çözümü için 158 konteyner kent kurulmuş durumda.
 
Depremde ağır yıkımın yaşandığı kentlere dair hazırladığımız dosyanın ilk bölümünde Hatay’da özellikle dayanışma ile yeniden ayağa kalkma mücadelesine, bir yılın ardından ortaya çıkan tabloya ve yaşamın farklı alanlarında devam eden sorunlara yer veriyoruz.
 
Normale döndü denilen Hatay normale dönmemiş
 
 
Yıl içerisinde birçok kez geldiğimiz ve her seferinde depremin ilk günüymüş gibi bir atmosferi olan Hatay’a tekrardan birinci yıl dolayısıyla geldiğimizde yine aynı tablo ile karşılaşıyoruz. Depremin ilk günkü durumundan farkını anlamak için Armutlu, eski Antakya, Samandağ, Kurtuluş Caddesi'ni gezdiğimizde fark ettiğimiz, etrafın sadece toparlandığı, ötesine gitmediği oluyor. Ağır hasarlı binalar hala yıkılmamış, yıkılan binaların enkazları kaldırılmamış olan Hatay “normale” dönmemiş.
 
‘Terk edip nereye gidelim?’
 
 
Depremin ilk sürecinde AFAD’ın, kurtarma ekibinin Hatay ve diğer deprem kentlerine gitmemesinden dolayı yaşanan ölümlerin acısı ilk günkü tazeliğini koruyor. Kentte konuştuğumuz herkes ailesinden, sevdiklerinden en az bir kişiyi devletin ihmali nedeniyle kaybettiğini söylüyor. Kayıplarını dile getirmek elbette onlar için kolay olmuyor. Anılarından, kaybettiklerinden bahsederken hepsinin gözü doluyor ama aynı zamanda “Buraya terk etmeyeceğiz. Terk edip nereye gidelim” sözleri de dökülüyor dillerden.
 
Hatay enkazını vermek için bile devlete güvenmiyor
 
 
Kendilerini kurtarmaya gelmeyen devlete güvenleri kalmayan Hatay halkının kentin nasıl inşa edileceği konusunda da güveni yok. Şeffaf bir süreç yürütülmemesinden dolayı yıkılan ya da ağır hasarlı diye yıkılan binaların sahipleri, yeni yapılacak binalarda nasıl bir hakları olduğunu bilmediğini dile getiriyor. Bu nedenle halk ağır hasarlı binaların yıkımına karşı dahi dava açmış durumda. Hatay sokaklarında attığımız her adımda gördüğümüz her evde iki tane yazılama bulunuyor. Bir tanesi “Yıkmayın dava açıldı”, bir tanesi de “Geri geleceğiz” oluyor. Tabi kent enkaz sürecinden çıkar ve yeniden inşa sürecine girerse Hatay’ın özgünlüğüne uygun bir yapılanma olur mu sorusu da insanı düşündüren konulardan biri oluyor. Çünkü birçok tarihi yapı bile tescilli olmadığı için enkaz sürecinde kepçelerle kaldırılmış, sadece tescilli olan tarihi yapılar korunmaya çalışılmış.
 
Konteyner kent değil, açık cezaevi!
 
 
Kentte çözüm yolu olarak somut atılan adımlardan biri konteyner kentler oldu. Ancak kurulan konteyner kentleri görmek istediğimizde yurttaşlardan aldığımız cevap “Konteyner kenti ziyaret etmek için valilikten izin almanız gerekiyor ama şimdiye kadar izin verdikleri olmadı ya da içeride bir tanıdığın olması gerekiyor, kimlik vererek girebilirsiniz” oluyor. Standart 21 metrekare olan konteynerlerdeki yaşam koşulları insani şartların ötesinde. Yani inşa edilen kentler adeta açık cezaevi formunda. Bu tarz bir inşa güvenlik için mi, yoksa konteynerdeki halkın sorunları gün yüzüne çıkmasın diye mi?
 
Bunun yanında elbette konteyner kente yerleşemeyen ve kendi imkanları ile yaptığı naylon çadırlarda bir yıldır aileleri ile birlikte yaşamını sürdürmeye çalışan, yağmurda çadırları su basan, sobadan dolayı çadırı yanan bir çok aile var. Yani eşitsizlik hali deprem bölgesinin de en “yakıcı” gerçeklerinden biri. Bir yanda bunlar yaşanırken diğer yanda da yardımlaşmak için kurulan konteynerler, dernekler “terör örgütüne yardım ediyor” iddiasıyla yerinden edilmiş durumda.
 
Hayalet şehir gibi…
 
 
İlk ışıklandırılan caddesi ile meşhur olan Antakya’nın, sokak ışıklandırılmasının olmaması, ulaşımın giderek zorlaşması adeta terk edilmiş bir kent havası yaratsa da aslında kent terk edilmemiş ama “kabuğuna çekilmiş” deyiminin somut hali. Kendi içerisinde birçok farklı kimliği barındırmasından dolayı Hatay’ı gökkuşağına benzetecek olursak, geriye sadece gökkuşağında olmayan gri renk kalmış durumda.
 
Gri rengin içinde yaşamı yeniden inşa etmeye çalışanları dinliyoruz.
 
‘Her günümüz ilk günkü gibi’
 
 
10 aydır Samandağ ilçesine bağlı Cumhuriyet Mahallesi’nde yaşayan Müyeser Akdar, 6 Şubat depremlerinden bu yana her günlerinin o gün gibi geçtiğini söylüyor. Müyeser, “Çok zor şartlar altında yaşıyoruz. 5 kişi bir çadırda yaşıyoruz. Çocuklar olunca durum daha zor oluyor. O kadar ağır şeyler yaşadık ki psikolojimiz bozuldu. Sığınacak bir evimiz yok. Dışarı çıksak yağmur, sel, soğuk. Çadırımızı çok kez su bastı, tsunami gibi çadırımız gidiyordu. Muhtara kaç kez şikayet için gittik, fakat hiçbir geri dönüş alamadık. Bu çadır bizim hem yatak odamız, hem mutfağımız oldu. Birkaç gün öncesine kadar tuvalet için bir alanımız yoktu. Gündüzleri çadırdan uzakta ya da ağır hasarlı yapılara çocuklarımla girip ihtiyacımızı gideriyorduk. Elektriğimiz her gün düzenli bir şekilde kesiliyor. Çocuklarımla ısınamıyoruz. Çeşmeden akan suyu içemiyoruz. Gönüllü olarak getirilen suyu kullanabiliyoruz sadece” diyor. Bir ay önce bir vakıf tarafından kendilerine konteyner verildiğini söyleyen Müyeser, sığınacak küçük bir eve sahip olmak istediğini paylaşıyor.
 
‘Çekilmez bir hal alır oldu’
 
 
Depremin üzerinden bir yıl geçtiğini ama kadınların ve çocukların yaşamlarıyla ilgili aslında değişen hiçbir şey olmadığını belirten Hatay Deprem Dayanışması Derneği üyesi ve Rimen Kadın Kooperatifi’nden Cansel Aslan, “Deprem bölgesinde normalleşme var dediler ama her şey daha kötüye gidiyor” sözlerini kullanıyor. Cansel, Hataylı olmaları nedeniyle insanlarla direkt temas kurabildiklerini aktarırken, “İlk zamanlar insanlar şok halindeydi, içinde bulunduğu koşulları çok fark edemiyordu. Acılarını çok yaşayamıyordu. Çünkü bir yaşam kaygısı, ayakta kalma kaygısı vardı. Depremzedelerin yaşam koşulları zaten zordu. Kış mevsiminin gelmesiyle birlikte daha çekilmez bir hal alır oldu. Sokaklar su içerisinde, her taraf su, yağmur. Elektrikler kesiliyor, ısınma ile ilgili sorunlar çok fazla yaşanıyor. Çocuklar için bir alan yok, oyun alanları yok” şeklinde konuşuyor.
 
‘Güvensiz ortam şiddeti tetikliyor’
 
 
Cansel, deprem sonrası kadınların omuzlarına çok fazla sorumluluğun yüklendiğini söylerken, şunları ekliyor: “Buradaki kamu kurumlarının çalışmamasından dolayı bütün kurumların sorumlulukları kadınların üzerine kalmaya başladı. Depremden önce de böyleydi ama şu an çok daha çekilmez bir durumda. En temel insan hakları karşılanmış değil. İnsanların sorunlarını çözebileceği yer yok. Geleceğe dair güvensizlik var. Çünkü bir sene boyunca çözülebilecek sorunların hiçbiri çözülmedi. Bu ortamda kadınlar da kendilerini güvensiz hissediyor. Ataerkil toplumda yaşıyoruz ve kadına yönelik şiddet her yerde. Güvensiz ortam şiddeti tetikliyor. Kadınlar şiddetten çıkmanın yolunu bulmakta çok zorlanıyorlar ve şiddet karşısında başvuracakları mekanizmalar çok az. Herkes travma yaşadı ama bunun üzerine erkeklik de eklenince kadına yönelik şiddet arttı. Kamu kurumlarının kadınların başvurabileceği mekanizmaları oluşturması gerekiyor.”
 
Rimen Kadın Kooperatifi kuruldu
 
Derneğe başvuran kadınlara psiko-sosyal destek verdiklerini ve hijyen konusunda bilgilendirme toplantıları gerçekleştirdiklerini dile getiren Cansel, “Kadınların ihtiyaçlarını giderebilmek için feministlerle çalışma yürüttük. Ekonomik olarak güçlenmeleri içinde üretim mekanizmaları kurmaya çalışıyoruz. Dernek etrafında bir araya gelen kadınlar olarak ayrıca Rimen Kadın Kooperatifi’ni kurduk. Kooperatifimizi resmi olarak Eylül ayında kurduk ama geçen sene Nisan ayında mahallelerdeki kadınların ellerindeki ürünlere el yordamıyla destek olmaya çalıştık. Samandağ’da kooperatif alanı kurmaya başladık. Hem Antakya’da hem Defne’de üretim mekanizmaları kurmaya çalışıyoruz. Kadınlar maddi olarak güçlenirlerse, evden çıkabilirlerse, üretim yapabilirlerse iyileşecekler” diyor.
 
‘Sağlık devletin öncelikli sorunu değil!’
 
 
Deprem sonrası kentlerde depremzedelerin yaşadığı temel sorunlardan biri de sağlık hakkına erişememek. Birçok kentten gönüllülerin kente gelerek sağlık hizmeti sunduğunu kaydeden Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Hatay Şube Eşbaşkanı Nilgün Aşkar, Mayıs ayı itibari ile gönüllülerin izin sürelerinin bitmesi nedeniyle geri dönmeye başladığını ve bölgede görev yapan sağlıkçılar tarafından hizmetin devam ettirildiğini söylüyor. Nilgün, “Samandağ Devlet Hastanesi Haziran’ın ilk gününden itibaren tam zamanlı çalışmaya zorlandı. Hastane hizmet vermek için güvenli midir diye sorduk ama cevap vermediler. ASM’lerde (Aile Sağlığı Merkezleri) sağlık emekçileri dönüşümlü çalıştılar ama ASM’ler bu süreçte kronik sağlık takibi yapmadı. Aşılamaların, kadın sağlığı, bebeklerin gelişimi gibi süreçleri takip ettiler. Merkezden uzak olan yerler bu hizmetlerden daha zor faydalanır oldu. Sağlık devletin öncelikli sorunu değil. Kamu hizmetine yatırım yapılmamış durumda. Yapı olarak Defne Hastanesi’ni kurdular ama hastanede ekipman eksikliği var. Defne Devlet Hastanesi’nde tahlil yapılamıyor, acil hastalara müdahale edilemiyor, ameliyat yapılamıyor. Birçok insan tayin isteyerek gitti. Şu anda burada uzman kadro yok. Sağlık Bakanlığımız bize yer yapmadı, biz İlçe Sağlık Müdürlüğü olarak yer bulduk ama yani koskoca bakanlığın bütçesi olmadığı için olduğunu düşünmüyorum. Bütçeyi başka şeylere ayırıp sağlığa ayırmadıkları için bunlar oluyor” ifadelerine yer veriyor.
 
Kadınların sağlık sorunlarının nedeni hijyenin olmaması
 
 
En başından beri kadınların hijyen konusunda sıkıntı yaşadığını belirten Nilgün, hijyen sorununa ek olarak kadınların iş yükünün artmasının kadınları daha çok zorladığını vurguluyor. Nilgün, “Kadınlar bu süreçte en çok doğum kontrol, genital bölge kaşıntıları, enfeksiyon, mantar, yanıklardan dolayı hastaneye gittiler. Toplu yerde yaşamanın ve ilaçlamanın yeteri olarak yapılmamasından dolayı uyuz gibi sorunlar daha çok gündeme geldi. Hijyen probleminden dolayı uyuz teşhisi koyuluyor ama önerimiz 90 derecede çamaşır yıkanması oluyor” diyor.
 
YARIN: Mereş’te depremin bir yılı