Geleceği tahayyül etmek için…

  • 09:03 9 Şubat 2024
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“İktidar güçlerinin yaşam ve toplum karşıtı politikaları ile belirsiz gelecek dayatmalarının en son örneği pandemi krizinde yaşandı. Bu anlamda pandemi sürecinde bilgi üretim sürecinin yaşam üretim süreci olduğunun bilincinde olmak hayati önemde. Yaşam ve toplum ile bağı köklü olan aynı zamanda geleceğe dair ütopyası olan bir sosyal bilim ihtiyacı çok belirgin.”
 
Nagihan Akarsel
 
Viral enfeksiyon virüslerin neden olduğu bütün rahatsızlıklar için kullanılan bir kavram. Virüs ise yeryüzündeki hemen her ekosistemde bulunan biyolojik varlığın en bol türü olarak tanımlanıyor. Canlı hücreleri enfekte edebilen yani bulaşan bir yapıya sahip. Kendilerini yaşayan hücrelerin içinde kopyalayabiliyorlar. Her türlü canlıdan bulaşması mümkün. Ayrıca dijital alanda da virüs kavramı verileri tahrip eden bir bilgisayar programı olarak yer alıyor.
 
Covid-19 virüs salgını bir diğer adıyla korona virüs de Mart 2020’de Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktı. Dünyaya büyük bir hızla yayıldı. Dünya Sağlık Örgütü 14 Mart 2020 itibariyle dünyada pandemi ilan etti. Dünya genelinde 14 Kasım 2021 itibariyle 253 milyon 105 bin 861 kişi korona virüsüne yakalandı. 5 milyon 98 bin 522 kişi Covid-19 hastalığı sonucu yaşamını yitirdi. İnsanlara 7,5 milyar aşı dozu verildi. (Özgür Politika) 
 
Bu giriş yaklaşık iki yıldır yaşadığımız pandemi krizinin verilerle kısa bir özeti. Ancak yaşanan bunun çok çok ötesi. Çünkü Covid-19 virüsü bir sağlık krizi olmanın ötesinde kapitalist modernitenin yapısal krizi ve bu kriz yaşamımıza kastediyor. Bir yaşam ve toplum kırımı yaşanıyor. Bu konuda kapsayıcı ve bütünlüklü bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu açık. 
 
Bu dönemi yaşama dair temel yönelimimizi ifade eden felsefe ve “en gelişkin anlam yorumu” (Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi) bilim ile ele almak çok önemli. Felsefe bilgilerin eleştirisini, sistematizasyonunu gerçekleştiren en genel bilim, bilimlerin bilimidir. Felsefe insanın yaşamını, değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı en genel ilkelerin bilgisidir. (Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü) Abdullah Öcalan, beş ciltlik Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda sosyal bilimi felsefe olarak ifade etmektedir ve Özgürlük Sosyolojisi kitabında; “Sosyal bilim olarak felsefe tıpkı doğuş sürecindeki gibi bir rolü günümüzde de oynamak durumundadır. İktidarlaşmış bilime karşı felsefeye dönüş özgür toplumun çıkış ilkesidir” demektedir. 
 
Zira iktidar ve sermaye güçlerinin elinde olan bilim tehlikelerin kaynağı durumunda. Bilim adına bilimcilik yapılıyor. Bilimcilik iktidarın bilimdeki hakikat payını kendi tekeline alarak tahakkümünü güçlendirmesi anlamına geliyor. Küresel ısınma, iklim değişikliği, silahlanma, açlık sorunları, pandemi başta olmak üzere yaşanan krizler, son beş yüzyıla damgasını vuran toplum, yaşam ve kadın kırımları bunun bir sonucu. Çünkü yaşamı ve toplumu nesneleştirmek ve bunu en çok da kadın şahsında yapmak bilimciliğin en temel yöntemlerinden biri. (Sümeyye Akça, Sosyal Bilimlerde Etik Sorunlar) Bu nedenle var olan bilime şüpheci yaklaşmak temel bilimsel yöntem oluyor.
 
Abdullah Öcalan Özgürlük Sosyolojisi kitabında böylesi bir yaklaşıma olan ihtiyacı şöyle dile getiriyor: 
 
“Bana göre kapitalizmin en büyük tahribatı, yaşamın tanımını yok etmesidir. Bilim ve iletişimin en güçlü çağında yaşadığımız söylenir. Fakat bilimin bu olağanüstü gelişmesine rağmen, halen yaşamı ve toplumsal bağlamını tanımlamaması oldukça tuhaf gelmektedir. O zaman sormak gerekir: Neyin bilimi ve kimler için bilim? Bu soruların yanıtı verildikçe, sosyal bilimcilerin neden en temel soruya, yani “Yaşam nedir ve toplumla bağı nasıldır?” sorusuna yanıt vermedikleri anlaşılacaktır.” 
 
Bilimciliğin bir diğer yöntemi de an’ı ve geleceği belirsizleştirmek. “İnsanlığın Tarih Öncesinin Sonu ‘Dünyalıların Geleceği'” adlı metninde antropolog Marc Augé, “Çağımızın en büyük çelişkisi, bilimsel gelişmelerin sonsuz büyük ve sonsuz küçüğün keşfini olanaklı kılmasına karşın, bir türlü geleceği tasavvur etmeye cesaret edemiyor olmamızdır.” diyerek çok önemli bir tespitte bulunuyor. Şimdiyle geleceğin belirsizleştiği ve geleceksizlik anlatılarının çoğaldığı bir çağda mümkün olan ütopyaya dair değerlendirmelerde bulunuyor.
 
İktidar güçlerinin yaşam ve toplum karşıtı politikaları ile belirsiz gelecek dayatmalarının en son örneği pandemi krizinde yaşandı. Bu anlamda pandemi sürecinde bilgi üretim sürecinin yaşam üretim süreci olduğunun bilincinde olmak hayati önemde. Yaşam ve toplum ile bağı köklü olan aynı zamanda geleceğe dair ütopyası olan bir sosyal bilim ihtiyacı çok belirgin. Jineolojî kadın gerçeğine dayalı bir araştırma yönteminden yola çıkan ve buna dayanarak yaşam bilimi olma iddiasında olan bir sosyal bilim. Auge’nin tespitine cevaben geleceği tasavvur etmeye dönük cesareti oluşturan bilgi ve değerler sistemini yaratma iddiasında. Yaşam krizini yaşam bilimi olan jineolojî ile aşmak mümkün. Her şeyden önce varoluşumuza karşı duruşumuzu değiştirmek için buna ihtiyacımız var. 
 
Bu temelde yazıda yöntem olarak ilk başta var olan durumu değerlendirmeye, Covid-19 krizi ile birlikte neler olduğuna, neler yaşadığımıza bakacağız. İkinci olarak bu durumu analiz eden filozofların görüşlerine yer vereceğiz. Distopya ve ütopya arasında gidip gelen pandemik tartışmalara değineceğiz. Son olarak da Jineolojî ile nasıl bir çözüm önerebileceğimize dair bir tartışma yürütmeye çalışacağız.  
 
Not: Not: Yazının Devamı “Ne Oldu? ” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
 
Bu yazı, Jineolojî Dergisinin Pandemi Özel Sayısından kısaltılarak alınmıştır.