Ne oldu?

  • 09:06 16 Şubat 2024
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Kadınlar pandemi sürecinden en fazla etkilenen kesimlerin başında yer almıştır. Aile içinde kadına yönelik şiddet arttığı gibi kadınların ev içi emek yükleri de artmıştır. Tüm dünyada sağlık ve sosyal sektörlerde çalışanların yüzde 70’i kadın olduğu halde kamusal yaşamdan da uzaklaştırılan ilk kesim kadınlar olmuştur.”
 
Nagihan Akarsel
 
Pandemi küresel bir kriz olarak yaşamımızda yer aldı. Birçok yerde farklı deneyimlense de hükümetlerin aldığı ortak kararlar ile şekillendi. Pandemi ile birlikte 16 Mart 2020’den itibaren okullar başta olmak üzere çok sayıda kamu ve özel alan kapatıldı. Üretim, eğitim ve iş başta olmak üzere toplumsal ilişkiler hızla çevrimiçi alana taşındı. Bu yeni yaşam tarzının eğitim ve öğretimi de ona göre şekillenmeye başladı. Fiziksel mevcudiyet ve toplu tartışma seminerleri kaldırıldı. Bir hayat deneyimi olan eğitim sanallaştı ve öğrenciler bir ekrana hapsedildi. Yüz yüze eğitimler sona erdi. Dersler çevrimiçi formatta verildi, veriliyor. 
 
Kriz en çok sosyal farklılıklardan beslendi. Küreselleşmenin kârı maksimize etme amacına uygun bir şekilde kurgu tamamlandı. İlk başta tüm insanlığı eşitleyen bir süreç olarak işlense de zamanla herhangi bir eşitliğin olmadığı görüldü. Sosyal ve ekonomik güvenceden yoksun olan kesimlerin yaşadığı zorlanmalar daha net ortaya çıktı. Özellikle göçmenler, mülteciler, kadınlar, yoksullar gibi sürekli bir tahakküm ile karşı karşıya olan kesimlerin pandemi sürecinde yaşadıkları zorluklar daha da arttı. Eşitsizlikler, mağduriyetler, ayrımcılıklar büyüdü. Nüfusun belleği olan yaşlılar ile yaşam kaynağı olan kadınlar ve üreticisi işçiler bu krizin en çok kaybedenleri oldu. Bu durumu doğru tahlil edemeyen devrimci sosyalist güçler geleceğe dair öngörülerinde net bir düşünce ve eylemin sahibi olamadı. Bu tür durumlarda sağlık, eğitim ve ekonomi başta olmak üzere halka dönük güçlü sosyal politikaların olmadığı görüldü. Hem devletler nezdinde hem de alternatif sistem iddiası olan sosyalist devrimci demokratik güçler nezdinde bu açığa çıktı. Yaşamın bütün boyutlarında ihtiyaç odaklı anlamsal ve yapısal inşalar gerçekleştirmenin önemi anlaşıldı.  
 
Bu kriz ile beraber insan olgusu saf bir biyolojik varlığa indirgendi. Foucault’un politika ile biyolojinin iç içe geçtiğine dair tespiti bu dönemde somut olarak yaşandı. Biyo-politika ile siyaset ve biyolojik yaşam ilişkisi aynı zamanda siyasal çatışmaların da merkezinde yer aldı. Bedenler en büyük tehlike olarak ilan edildi. Bu tehlikeye karşı geliştirilen karantina tedbirleri belirsizliği derinleştirdi. Yaşamın temel momenti olan toplumsal ilişkiler digital bir dünyaya endekslendi. Yaşamını koruması için öne sürülen temel şart bedenin hijyeni ve sosyal mesafe oldu. 
 
Ölüm korkusu insanlığın ruhsal ve düşünsel dünyasını kuşattı. Hayata anlam katan sosyallik, yakınlık, dokunmak ve dolaşmak yasaklandı. Temel hakların kısıtlanması doğal karşılandı. Belleğimiz, hatıralarımız anlamsızlaştırıldı. Devletler aldıkları olağanüstü önlemlerin yanına ölüm listelerini dizdi. Ölüler sayılar haline geldi. Tek başlarına, cenaze törenleri olmadan defnedildi. Günlük enfeksiyon çeteleleri kuruldu. Biyo-politik karantinalar dayatıldı. Kitlesel bir histeri ve korku ortamı oluştu. İnsan nefesi, vücut ısısı telefonlar üzerinden denetlenerek tehlike alarmları verildi. 
 
Distopik dünyanın ilk emareleri Asya’da dijital gözetleme rejimleri olarak belirdi. Virologlar ve epidemiyologlarının yanısıra bilişimciler ve makroveri uzmanları da virüs ile mücadelede yerini aldı. Her anın gözlendiği, her tıklama, her temas ve sosyal medyadaki her aktivitenin kontrol altında olduğu bir sistem oluşturuldu. Puanlama sistemi üzerinden bu yapıldı. Sınırsız bir veri alışverişi söz konusu oldu. Çin’de özel alan diye bir kavram kalmadı. Örneğin Pekin’de istasyondaki insanların vücut ısısı kameradan kontrol ediliyor ve eğer yüksekse anında o istasyondaki herkese telefon ile mesaj gönderiliyor. Sosyal medyada karantinayı kontrol etmek için dronların kullanıldığına dair tartışmalar oldu, oluyor. Yine teknik veriler üzerinden enfekte olması olası insanları bulmak için dijital araştırma ekiplerinin kurulması da bir diğer boyut. İnsanları kontrol eden dijital bir biyo-politikaydı söz konusu olan. Kore’de virüs bulaşan birinin bulunduğu binaya yaklaşan herkese corona app aracılığıyla alarm sinyali verilmesi, Tayvan’da sms ile virüs bulaşan yerler hakkında yapılan bilgilendirme, virüs bulaşan kişileri arayan izsürücüler bunlara örnek olarak verilebilir. 
 
Olağanüstü hal o kadar olağan gösterildi ki bunun bir yaşam tarzı olarak benimsenmesi için çeşitli politikalar üretildi. Faşizme varan tüm bu uygulamalar tek kurtuluş yolu olarak gösterildi. Virüsten korunmak için gerekli olduğu söylenen bütün tedbirler, ne kadar bilimsel olduklarıyla savunuldu. Karantinalar, seyahat kısıtlamaları, sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Toplumsal ilişkiler dijital alana taşındı. Aşı uygulamaları yaşamanın temel şartı olarak öne sürüldü. Göçmenlere sınır kapıları kapatıldı. Sermayedarlar sağlıklarını koruyabilsinler diye çalışmaya zorlanan çok sayıda işçinin görünmezliği daha da derinleşti. 
 
Kadınlar pandemi sürecinden en fazla etkilenen kesimlerin başında yer almıştır. Aile içinde kadına yönelik şiddet arttığı gibi kadınların ev içi emek yükleri de artmıştır. Tüm dünyada sağlık ve sosyal sektörlerde çalışanların yüzde 70’i kadın olduğu halde kamusal yaşamdan da uzaklaştırılan ilk kesim kadınlar olmuştur. (Meclis El Kitabı: COVID-19 İle Mücadelede Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Olmak)  Zira "Krizlerin cinsiyeti vardır.” (Elzbieta Korolczuk, “Krizin Cinsiyeti, Pandemi Günlerinde Kadınlar)  Bakım işi kadınların doğal sorumluluğuymuş gibi ele alındığı için işten çıkarılmaları doğal ele alınmıştır. Örneğin kadın işçilerin ağırlıkta olduğu hemşirelik, temizlik, öğretmenlik gibi bakım işleri yaşamı yaratan üretimler olduğu halde değersizleştirilmiştir. Çünkü kapitalizm kâr ile bağlantılı bir sistemdir. Temel amacı daha fazla kar elde etmektir ve piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillenir. Bunu da daha çok nesne üretimi üzerinden geliştirir. Yani kapitalizm nesnelerden beslenir. Amacına uygun bir şekilde her şeyi nesneleştirir. Özne ise erkek iktidarıdır ve onun temel gücü paradır. Kadın bedeni, emeği ve dünyasının en çok nesneleştirdiği yerdir. Kadının statüsü doğurduğu çocuk sayısı, cinselliği ve ucuz işgücü ile belirlenmektedir.  İlk başta yaşamak için zorunlu olarak yapıldığı iddia edilen bütün bu uygulamalar son iki yılda bir yaşam tarzı haline getirilmeye çalışıldı, çalışılıyor. 
 
Not: Not: Yazının Devamı “Distopya ve Ütopya Arasında Pandemik Tartışmalar” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
 
Bu yazı, Jineolojî Dergisinin Pandemi Özel Sayısından kısaltılarak alınmıştır.