Tarihe bir dönüp bakmak…

  • 09:04 16 Ocak 2024
  • Kadının Kaleminden
“Türk milliyetçi zihniyet hiçbir zaman değişmedi. Hal böyle olunca sırf Kürtler asimile olsun, dilini hakkını savunmasın diye kullanılan her yol mübah sayıldı. Seküler laik cumhuriyette dinci muhafazakar sağcı cumhuriyette Kürt coğrafyasında dinci yobazları kullanmakta Kürt halkını dini değerleri üzerinden sömürmekten hiçbir zaman vazgeçmedi.”
 
Rozerin Kurt  
 
Cumhuriyetin 100’üncü yılını geride bıraktığımız bir süreçte Mili Eğitim Bakanı’nın itiraf gibi, ‘sizin tarikat-cemaat dediğiniz bizim STK dediğimiz protokol imzalamaya devam edeceğiz’ sözleri ülkede oligorşik bir yapı kuran tarikat-cemaat tartışmalarını tekrardan alevlendirdi. Her ne kadar bu tartışmalar MEB bütçesi üzerinden gündemleşmiş olsa da aslında cemaat ve tarikatların toplumun tüm yaşam alanlarına sızması, kamu birikimlerini, toplumsal varlıklarını ganimet olarak görüp cihatçı bir anlayış talanı, özelde de bu talanı gençler ve kadınlar üzerinde gerçekleştiriyor oluşu yeni bir durum değildir. Ortadoğu hegomanların ‘yeşil devrim’ olarak gördüğü, ılımlı İslam projesinin Türkiye’de devreye konulması ve son 20 yılda AKP zihniyetiyle bu projenin çıkarcı politikalarla iletilmesinin sonuçlarını ülkenin her yerine sızan tarikat ve cemaatler olarak görmekteyiz. Tabi bu akıl nasıl oluyor da laik, seküler, milliyetçi değerler üzerine kurulu bir Cumhuriyet’te bu tarikat ve cemaatler bu şekilde yayılabiliyor sorusunu getiriyor. İşte tam da burada tarihe göz atmakta fayda vardır. 
 
Bilindiği üzere Kurtuluş Savaşında ve Cumhuriyetin kuruluş sürecinde Kürtler Türkler ve birçok azınlık haklar birlikte mücadele vermiş ve zaferleri birlikte kazanmışlardır. Bu kazanımlar doğrultusunda 1921 anayasası ilan edilmişken her ne olduysa yapılan her şey unutulup 1924 Anayasası ile ulus devlet zihniyetiyle şekillenen Türkçü milliyetçi bir cumhuriyetin inşası konseptine geçilmiştir. Bu konseptte tüm azınlık halklar yok sayılırken Kürt halkı üzerinde de özel politikalar devreye konuldu. Bugün ‘Kürt sorunu yoktur, Kürt sorunu da neymiş’ diyenlerin dönüp 100 yıl öncesine bakması gerekir. Çünkü şuan ülkede yaşanan sorunların birçoğu o dönemin mirasıdır. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte tekçi Türkçü milliyetçi zihniyetin Kürt halkına yansıması da asimilasyon yok sayma savaş baskı sürgün ve en nihayetinde de Kürt düşmanlığı oldu. İsmet İnönü’nün ‘Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizim birlik noktamız, Türk çoğunluğu karşısında diğer unsurların hiçbir etkisi yoktur Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları ortadan kaldıracağız. Ülkeye hizmet vermek isteyenlerde aradığımız en önemli özellik Türk ve Türkçü olmalarıdır’ sözü de bu düşmanlığın somut göstergelerinden biridir.
 
Milliyetçi zihniyet hiçbir zaman değişmedi
 
Bu noktada tarihsel olarak ele alınabilecek birçok somut politika vardır. Ama belki de en can alıcı olanı asimilasyon politikaları ve bu politikaların da kadınlar ve gençler üzerinden uygulanmaya konulmasıdır. 1930’lu yıllarda Kürt dilinin ve kültürünün yok edilmesi için birçok yol ve yöntem uygulandı. Bunların en başında eğitim adı altında Kürt çocukların özellikle kız çocukların zorla yatılı okula gönderilmesi Kurdistan’ın her köşesine Türk ocaklarının halkevlerinin köy enstitülerinin açılması geliyor. Yatılı okullarda Türkçe bilmediği için dayak diyen çocuklara anadilleri unutturulmaya çalışıldı. Kürt çocuklarına ve kadınlarına söz konusu kurumlar aracılığıyla anadillerinde stranları, çirokları yasaklandı. Modernleşme ve batılılaşma bahanesiyle Kürtlerin folkloru yöresel kıyafetleri gelenekleri aşağılandı. Bunlar yapılırken en çok aşağılanan kadın oldu. ‘Çünkü kadın düşerse toplum da düşer’ ve en çok Kürtçe dili yasağı gençlere uygulandı. ‘Çünkü gençler dilini unuttursa gelecek nesillerde dilini unutur’ onun içindir ki cumhuriyet tarihi boyunca değişen iktidarlara değişen konjonktürlere rağmen Kürt kadınlarına ve gençlerine yönelen Türk milliyetçi zihniyet hiçbir zaman değişmedi. Hal böyle olunca sırf Kürtler asimile olsun, dilini hakkını savunmasın diye kullanılan her yol mubah sayıldı. Seküler laik cumhuriyette dinci muhafazakar sağcı cumhuriyette Kürt coğrafyasında dinci yobazları kullanmakta Kürt halkını dini değerleri üzerinden sömürmekten hiçbir zaman vazgeçmedi.
 
Cemaatlerin büyümesine laik Cumhuriyet neden izin veriyor?
 
Şu anda Meclis’te HUDA PAR gibi bir temsilcisi olan Hizbullah en fazla katliamı Kürt illerinde özelde de Kürt aydınlarına akil insanlarına karşı yaptı. Şu an terörist olarak görülen FETÖ cemaati ilk örgütlenmelerini hatta en geniş örgütlenmelerini Kürt gençleri üzerinden yapıyordu. Kürt şehirlerinin en işlek en özel yerleri FETÖ’cülere onların dershanelerine, yurtlarına, sohbet evlerine tahsis ediliyordu. Kürt kadınlarının gençlerin tüm kişisel ve ailevi bilgileri bu cemaate teslim ediliyordu. Bunların yanında dini sohbetler ekonomik sıkıntılar eğitime ulaşımdaki zorluklardan kaynaklı cemaatler Kürt kadınlarını ve gençlerini sömürüyordu. Tabii bir de Zehracı’lar,  Nurcular, Menzilciler Nakşibendiciler, İsmailağacılar gibi tarikatların çoğu da ilk etapta Kürdistan’da çıkıp Kürt halkı üzerinde dinci, gerici politikalar uygulamaya dinci ve kinci Kürt gençleri yaratmaya hedeflediler. Menzil tarikatın kalesi bir Kürt ili olan Adıyaman’dır. HUDA PAR ilk parti binasını Diyarbakır’da açtı, Batman’da Mardin’de Adıyaman’da Diyarbakır’da Urfa’da bu tarikat yıllardır yer altı medreselerinde Kürt gençlerinden mürit devşirmeye çalışıyor. Fakir yoksul Kürt gençleri iş imkanı barınacak yer eğitim vaatleriyle cemaat ve tarikat yurtlarına okullarına mecbur bırakıldı. Bu yaşananlar sadece geçmişte olup biten durumlar değil. 
 
Şu an bile Kürt illerinde kayyım atanan belediyelerde aynı uygulamalar devam ediyor. Belediyelerin kadın merkezleri gençlik merkezleri TÜGVA, İlim Yayma Vakfı gibi dinci gruplara HUDA PAR’a yakın derneklere uzun yıllara yayılacak protokollerle tahsis ediliyor. Öğrencilere ücretsiz eğitim (Kurs) veren eğitim destek evlerinin hepsi kapatılıp ya dinci cemaatlere teslim edildi ya da kuran kurslarına çevrildi. Peki yıllardır Kurdistan’da bu tarikat ve cemaatlerin bu denli yayılıp büyümesine laik cumhuriyette neden izin verdi? ‘Kürt hakkını aramasın dilini kültürünü savunmasın, Kürt özgürlük barış demokrasi istemesin de ister tarikatların müridi olsun istersen cemaatlerin seçilmiş kişisi olsun’ mu? denildi. İşte tüm mesele burada başlıyor.
 
Ülkenin tamamı dinci ve kindar bir gençlik tehlikesi ile karşı karşıya
 
Yıllardır sırf Kürt gençleri kadınları asimile olsun diye göz yumulan dinci yobaz cemaatler tarikatlar şimdi artık tüm Türkiye’nin başına musallat oldu. Şimdi artık Aladağ’da tarikat yurdunda küçücük çocuklar can verirken, Ensar yurtlarında çocuklar tacize, tecavüze maruz kalırken, tarikat baskısından gençler intihar ederken, dinci vakıflara para aktarılırken, Darwin teorisi derslerden çıkarılıp imamlar derslere girerken, üniversitelerde gerici yapılar desteklenirken ÇEDES projeleri ile kreşlere mescitler açılıp çocuklar mezarlık, camii dolaştırılırken aynı çocuklar PİSA verilerine göre; ‘okuduklarını anlamaz’  hale gelirken ne Kürt tanıyor ne de Türk tanıyor. Bazen bir sorunu analiz ederken düşünüp tarihe göz atmakta fayda vardır. Sırf Kürt düşmanlığından, Kürt sorununa çözümsüzlük yaklaşımından kaynaklı şu an ülkenin tamamı kutuplaşmış dinci ve kindar bir gençlik tehlikesi ile karşı karşıyadır. Maalesef toplumu bu karanlığa iten zihniyet halen kendini yaşatmaktadır. Milli Eğitim Bakanı cemaatler ve tarikatlarla yaptığı protokolleri meşrulaştırmak isterken Meclis kürsüsünden bağıra bağıra ‘tarikat ve cemaatler çocukların dağa çıkmasını engelliyor çatlayın’ gibi hamasi sözleri rahatlıkla kurabiliyor.
 
En büyük sorumluluk gençlere ve kadınlara düşüyor
 
Gerçekten bu toplum bu gençler bunları mı hak ediyor? Eğitim dediğimiz kurum bu kadar dar hesaplara hırslara politikalara kurban edilecek kadar önemsiz mi? Bir insanı büyüten geliştiren ahlak, erdem, bilgiyi, toplumsallığı, dünyayı, doğayı, bilimi, coğrafyayı, tarihi ve daha birçok şeyi öğreten ya da öğretmesi gereken eğitim neden ideolojik dizayn aracı olarak kullanılıyor. Bu soruları artık herkesin ciddi ciddi sorması ve çözüme kavuşturması gerekiyor. Bunu yaparken de tarihsel hataların farkına vararak yapmak başat olandır. Bu ülke yeni bir yüzyıla girerken tarihsel Kürt düşmanlığından sıyrılıp yaşamın her alanında çözümün ve müzakerenin ışığından faydalanmalıdır. Bu ışığı en fazla aydınlatacak olan da gelecek kuşakların inşacısı olan eğitim olacaktır. Gençleri ve çocukları kutuplaştıran Türkçü milliyetçi olmasının tarikat ve cemaat karanlığında kaybolmasının eğitimsizliğin ve cehaletin kör kuyularında çetelerin kurbanı olmasının önünü alalım. Ne dar milliyetçi sınırları aşamayan laik seküler eğitim ne de dinci yobaz karanlık bir eğitim. Toplumun inşa gücü olan eğitimin demokratik özgürlükçü eşitlikçi kapsayıcı bilimsel ekolojik ve evrensel değerlerle şekillenmesi bugünün ve yarının genç kuşakları için ekmek ve su kadar hayatidir. En büyük sorumluluk gençlere kadınlara düşüyor. O zaman kolay gelsin bize…