Sorunlar ve çözüm perspektifleri (5)

  • 09:01 12 Ocak 2024
  • Dosya
 
Irak, Afganistan ve Pakistan’da ulus-devletlerin çözülüşü
 
HABER MERKEZİ - Kapitalist modernitenin çıkmazını kapsamlı olarak değerlendiren PKK Lideri Abdullah Öcalan, Orta Doğu’da sorun yaşamayan ülkenin neredeyse olmadığını belirterek, krizlerin nedeni olan  kapitalist modernite ve ulus-devletlerin çözüm olarak sunulamayacağının altını çiziyor.  
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü ve Kürt sorununun siyasi çözümü için başlatılan kampanya katılımlarla günden güne büyüyor. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün milyonlar tarafından talep edilmesinin nedeni de onun düşünceleri ile ilgili. Dünyaca tanınmış birçok filozof, aydın, siyasetçi, akademisyen, yazar, gazeteci, emekçi ve başta kadınlar olmak üzere toplumun birçok kesiminin hem fikir olduğu konu, Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinin evrenselliği ve günümüzde yaşanan temel krizlerin de çözüm perspektifi sunduğuna ilişkin.
 
Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinin günümüz Orta Doğu sorunları ve Kürt sorununun nasıl ortaya çıktığı ve nasıl çözülebileceğine ilişkin değerlendirmeleri oldukça çarpıcı. Abdullah Öcalan’ın “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” (Soykırım Kıskacındaki Kürtleri Savunmak) isimli kitabı bu konuda önemli tespit ve çözüm yolu ortaya koyuyor. Biz de Abdullah Öcalan’ın bölgede yaşanan temel sorunların nasıl ortaya çıktığı ve nasıl çözülebileceğine ilişkin değerlendirmelerini birkaç başlık altında derledik. Dosyamızın 5’inci bölümünde Irak, Afganistan ve Pakistan’da ulus devletler ve çözülüşü ile kapitalist modernitenin girdiği yapısal çıkmaza ilişkin değerlendirmeler yer alıyor. 
 
 Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatma girişimi
 
Orta Doğu’ya kapitalist modernitenin müdahale etmesinin bir dönemeci olan 11 Eylül 2001’de ABD’nin New York kentinde bulunan İkiz Kulelere yönelik saldırıyı öncelikle değerlendiren Abdullah Öcalan, bunu komplo olasılığı yüksek bir durum olarak ele alırken aslında kapitalist sistem tarafından bunun “Üçüncü Dünya Savaşı’nı” başlatma girişimi olduğunun altını çiziyor. 
 
Hegemonik boşluğu doldurmak için…
 
“NATO tarafından, dolayısıyla dünya hegemonik sistemince Sovyet Rusya’nın 1990’lardaki çözülüşünden sonra çoktan yeni düşman olarak ilan edilen radikal İslâm aslında ideolojik maske olarak kullanılmaktaydı” değerlendirmesi yapan Abdullah Öcalan, devamla da şunları belirtiyor: “Özünde ise amaç, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu’daki Müslüman kültürlü ülkelerde yarım kalan kapitalist hegemonyanın tam tesisini sağlamaktı. Özellikle asi, eşkıya devletler denilen İran, Irak, Suriye, Libya vb. devletleri sisteme düzgün biçimde entegre etmek, genelde de ABD’nin dünya hegemonyasını pekiştirmekti. ABD hegemonyasında girişilen ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ ile Sovyet sisteminin çöküşü sonrasında doğan hegemonik boşluk doldurulacaktı. Ayrıca muhtemel yeni rakip olan Çin’in yükselişinin de önüne geçilecekti. Afganistan’a yönelik ilk hamlenin amacı, Orta Asya’da doğan hegemonik boşluğu Rusya ve Çin’in doldurmaması için acil davranıp inisiyatif almaktı. El Kaide ve Taliban bu amaçla kullanılan paravan araçlardı. İstense yirmi dört saat içinde sonları getirilebilirdi. Fakat savaşın meşruiyeti için varlıklarının gündemi sürekli işgal etmesi gerekirdi. Yapılan hazırlıklar doğrultusunda savaşın ilk hamlesi başarıyla geçti. Irak hamlesi teknolojik üstünlükle aynı hızla amacına ulaştı. Amaç Saddam Hüseyin rejimini düşürmekti. Bu amaç gerçekleşti, ama asıl zorluk siyasi alanda baş gösterdi. Irak gibi asi bir rejim (Sistemin isyan eden valiliği de denilebilir) devrildikten sonra, uygarlıklar tarihi boyunca biriktirilen tüm kötülükler Pandora’nın Kutusu açılmışçasına bir bir dökülmeye başladı.”
 
Irak herhangi bir ülke değil
 
Irak’ın durumunu da değerlendiren Abdullah Öcalan, “Irak herhangi bir ülke değildi. Merkezî uygarlık sisteminin ilk kurulduğu bölge olup, binlerce yıl ona beşiklik etmişti. Tüm etnisite, din ve mezheplerin biriktiği bölgeydi. Siyasi olarak ya katı despotik bir rejimi ya da en radikalinden demokratik bir sistemi gerektirirdi. Batılı liberal siyasal rejimlerin uygulanma şansı yoktu. Ayrıca batılı sosyolojiyle çözümlenecek bir alan da değildi. Özcesi, batılı ideolojik ve siyasal paradigmalarla kolayca üstesinden gelinecek bir kültür de değildi. Ortaya çıkan durum, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin karşısına çıkan durumla benzerlik arz ediyordu. Askeri olarak elde edilen zafer siyasi alanda aynı rolü oynayamıyordu. Bilakis geleneksel despotik rejimlerin devrilmesiyle asıl toplumsal sorunlar ortaya dökülmüş ve kapitalist modernitenin baş edebileceği sorunlar olmaktan çıkmıştı. Sümerlerden beri aynı döngü tekrar ediyordu. Çözüm amacıyla atılan her adım sorunları daha da büyütüyordu. En çok Irak bölgesindeki kültürler ulus-devlet uygulamalarının ne denli çözümsüzlük ve sorun büyütme kaynaklı olduğunu ortaya koymaktaydı. Batı modernitesinin elinde ulus-devletten başka bir araç da yoktu. Onun yıkılmasından sonra yaşanacak olan tipik bir kaos ve anarşik durumdu” tespitleri yapıyor.
 
Afganistan’da durum
 
Afganistan’daki durumun da Irak’ta farklı olmadığını vurgulayan Abdullah Öcalan şöyle diyor: “Afganistan’daki durum da Irak’takinden farksızdı. Orada da ulus-devlet sonrasında ikame edilecek elde hazır bir araç yoktu. Aslında tüm bölgede ulus-devlet kabuğu kırıldıktan sonra ortaya çıkan durum birbirine benziyordu. Ulus-devlet cilası sadece yüzeyde bir modernite algısına yol açmıştı. Bu cila kazındığında ortaya çıkan gerçeklik, binlerce yıldır biriken kültürel sorunlar oluyordu. Geleneksel despotik rejimler sadece kültürleri baskıyla sindirmişlerdi. Bu kültürleri yok etmeleri mümkün değildi. Modernite cilası çok yüzeyseldi. En ufak bir kıpırdanışta dökülecek ve gerçek tablo ortaya çıkacaktı. 
 
Faşist rejimlerin tükeniş çağına girmesi
 
ABD hegemonyası Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oluyordu. Modernite hegemonlarının çıkmazı tamı tamına bu nitelikteydi. Irak’ta Saddam Hüseyin’in idamıyla içine girilen süreç Orta Doğu ulus-devletçiliği açısından Fransız Devrimi’nde 16. Louis’nin idamıyla monarşik rejimlerin sona ermesine benziyordu. Nasıl 16. Louis’nin idamıyla monarşik rejimler bir daha kendilerine gelemeyip tükeniş çağına girdilerse, Saddam Hüseyin’in idamıyla da ulus-devletlerin faşist rejimleri bir daha kendilerine gelemeyecek ve tükeniş çağına gireceklerdi.
 
Restore çalışmaları tutmuyor
 
Hegemonik sistem tüm gücünü kullanmasına rağmen, 1815-1830 döneminde Avrupa’da monarşik rejimlerin restorasyonlarının tutmaması gibi, Irak’ta ve Afganistan’daki ulus-devleti yeniden restore etme çalışmaları da tutmamaktadır. Ulus-devletin çözülüşünü yaşayan sadece Irak ve Afganistan değildir. Çin sınırında bulunan Kırgızistan’daki ulus-devletten Atlas Okyanusu kıyısındaki Fas’a, Yemen ve Sudan’daki ulus-devletten Bosna-Hersek ve Güney Kafkasya’daki (Kuzeydekiler de benzerdir) ulus-devletlere kadar bütün ulus-devletlerde benzer krizler yaşanmaktadır. Pakistan’ın daha şimdiden Afganistan’dan farkı kalmamıştır. Lübnan, Yemen ve Sudan sürekli kaynamaktadır. Mısır en ufak bir demokratik yumuşamada rejimin çöküşüyle karşı karşıya gelmiştir. Cezayir henüz iç savaştan tümüyle çıkmış değildir. 
 
Sorun yaşamayan tek bir Orta Doğu ülkesi yok
 
Kendini istikrar adası ilan eden Türkiye ancak Gladio’nun özel harekâtlarıyla ayakta tutulmaktadır. Sorun yaşamayan tek bir Orta Doğu ülkesi yok gibidir. ABD ve müttefikleri tüm askerlerini yığsalar da krizleri çözmekten uzaklar. Kaldı ki, sorunlar askeri olarak çözümlenecek sorunlar değildir. İslâmî teröristler diye ilan ettikleri kendilerinin yarattığı ajanlardır. Karşılarında askeri olarak savaşacak bir güç yoktur. Belki bir İran vardır. İran vurulsa bile katbekat daha fazla sorunlu güç ortaya çıkacaktır.
 
Radikal dönüşümler gerekli
 
Orta Doğu bunalımına ilişkin tüm göstergeler ulus-devletlerin restorasyonlarla çıkış bulmasının zayıf bir olasılık olduğunu göstermektedir. Aslında 1990’lar sonrasında ABD hegemonyasının yapmak istediği, 1815-1830’daki monarşik rejimlerin restorasyonuna benzeyen bir ulus-devlet restorasyonuydu. Fakat monarşik rejimlerin restorasyonu nasıl tutmadıysa, ulus-devlet restorasyonları da özellikle Orta Doğu’da tutmamaktadır. Kaldı ki, ulus-devletin doğuş alanı olan AB ülkelerinin son yaşadığı ve giderek derinleşen kriz de özelinde bir ulus-devlet krizidir. AB eğer krizi aşmak istiyorsa, ulus-devlette radikal dönüşümler gerçekleştirmek durumundadır. Ulus-devletler mevcut egemenlik durumlarını korudukça kriz daha da derinleşecektir. Hâlbuki Avrupa Birliği altmış yıldır ulus-devlet egemenliğini sınırlandırarak kendini geliştirmeye çalışıyordu. Bu çabalar bile yetmediğine göre, ulus-devlet krizinin küreselliği açıkça ortaya çıkmaktadır. Sorun artık ulus-devletlerin, dolayısıyla kapitalist modernitenin yapısal kriz yaşayıp yaşamaması değildir; krizden sonra neyin nasıl yaşanacağına ilişkindir. Bunalım, kaos neyle ve nasıl aşılacaktır? Eğer durumu Roma veya Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşleri sonrasına benzetirsek, ulus-devletlerin yerine nelerin, ne tip rejimler, siyasi oluşumlar ve ortak toplumsal yaşam biçimlerinin gelişeceğini tartışmak ve çözüm bulmak gerekecektir.
 
Kapitalist modernite kendini çözüm olarak sunamaz
 
Ulus-devlet krizi ve sonrasını değerlendirmek için demokratik modernite tartışmalarını geliştirmek istedik. Orta Doğu’da trajedi boyutunu çoktan aşan ve büyük felaketler anlamına gelen çok sayıda olay ilgili halklarla (Ermeniler, Süryaniler, Helenler, Yahudiler, Filistinliler, Kürtler, Türkler, Araplar, Afganlar vb.) sınırlı olmaktan çıkmış, bölgenin tüm toplumsal yaşamını sarmış durumdadır. Kendileri bu büyük trajedi ve felaketlerin nedeni olan kapitalist modernite ve ulus-devlet rejimleri, artık bu sistemi ve rejimlerini yeniden çözüm olarak sunamazlar. Modernite tartışmalarını yoğunlaştırmak ve demokratik modernitenin bunalımdan çıkış ve çözüm olanaklarını değerlendirmek bu nedenle büyük önem taşımaktadır.”
 
Yarın: Orta Doğu’da ulus-devlet dengesi ve Kürt sorunu