Toplumsal ekoloji

  • 09:02 12 Ocak 2024
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Toplumsal ekoloji çerçevesiyle, toplumsal mekanizmaların farklılıklara duyarlı, demokratik ve eşitlikçi bir temelde oluşturulması ve işletilmesi ekolojik krize yapısal bir çözüm anlamına gelir. Tabi bu uzun süreli çözüm perspektifinin yanı sıra krize bugünden müdahale edecek politikalar geliştirmek hayati bir sorumluluk arz ediyor.”
 
Nagihan Akarsel 
 
Toplumsal ekoloji, 1970’lerde gündeme gelmiştir. Murray Bookchin’in öncülük ettiği toplumsal ekoloji, insan-doğa ilişkilerini inceler. İnsan türünün evrim zincirinin en son halkası olduğu varsayımına dayanır. İnsan eylemlerinin doğa üzerindeki etkilerinin doğrudan açığa çıkmasını amaçlar. Bookchin, çağımızın ekolojik problemlerinin tehlikesi ve özü, bu toplumun geçmişteki tüm toplumlardan daha çok organik evrimi bozuyor olması ile bağlantılı olduğunu belirtir. Toplumsal ekolojinin önemi hem birinci hem de ikinci doğayı esas alan bir yaklaşımın sahibi olmasıdır. Her iki doğayı birleştirme, sentezini yaratmayı esas alır. Birinci doğa, “insani olmayan doğa”, doğal dünyanın özellikle de organik dünyanın birikim¬sel evrimi olarak tanımlanabilir. “İkinci doğa” ise insanlar tarafından yaratılan tüm değerleri içerir. Yani insani ve toplumsal olan her şey ikinci doğa içine alınır. Bir bütün olarak doğanın bu iki gelişimini karşıt ve tamamen düalist bir zıtlık değil de son derece yaratıcı ve paylaşılan bir “evrim” olarak ele alan hemen hemen tek yaklaşım toplumsal ekolojidir. 
 
Birinci ve ikinci doğa 
 
Murray Bookchin Toplumsal Ekolojinin Felsefesi kitabında birinci doğayı, “…biyolojik doğa canlı ve etkileşimli bir organik dünyası olan sürekli farklılaşan ve giderek karmaşıklaşan yaşam biçimlerinin birikimsel evrimi” şeklinde tanımlar. Abdullah Öcalan, “Demokratik Uygarlık Manifestosu 3.Kitap: Özgürlük Sosyolojisi” isimli kitabında, birinci doğa kendi içinde çelişkili bir kavramdır diyerek, Bookchin’in birinci doğa tanımını kullanırken canlı-cansız, bitki-hayvan, fizik-kimya, bir adım ötede görünür-görünmez madde, enerji-madde gibi ayrımların sonsuz çeşitlilikte geliştirilebilmesinin getireceği sorunlara da dikkat çeker ve ekler: “Birinci doğa, ikinci doğa ve bu doğalar içindeki ayrımları dikkatle incelediğimizde, özne-nesne ayrımının derin etkisini taşıdığını görürüz. Bunun sağlıklı bir ayrım olmadığı, en azından koşullu olarak bu ayrımlara gitmek gerektiğini belirtebiliriz.”
 
İkinci doğanın gelişimi 
 
Bookchin ikinci doğayı ise birinci doğayı tamamen özümsemiş olan kültürel, toplumsal ve politik doğa olarak tanımlar. İnsanlığın birinci doğaya bilinçli müdahalesini ve etkilemesini olumlayarak ikinci doğanın gelişimini “giderek simgesel açılardan kavramlar oluşturabilen, anlayabilen ve birbiriyle iletişim kurabilen yaşam biçimlerinin gelişimi” olarak belirtir. Benzer şekilde Bookchin şu ifadeleri kullanır: “En farklılaşmış ve bütünüyle gelişmiş biçimlerinde bu öz düşünümsel yetenekler kavramsal düşünce ve dildir. İnsan türü var olan hiçbir yaşam biçiminde eşi benzeri görülmeyecek derecede bu yetenekleri taşır. Kendisinin farkında olması, bu farkında oluşu, çevresini felsefe, bilim, etik ve estetik açılardan oldukça sistematik biçimde kavrama düzeyine genelleştirme yeteneği ve sonuçta bilgi ve teknoloji yeteneği insanlığı birinci doğada da var olan öznellik alanının ötesine yerleştirir.”
 
Burada birinci doğa ya da biyolojik doğanın “doğal, öz-bilinç taşımayan” şeklinde tarif edilmesinin insan toplumundan oluşan ikinci doğa ve birinci doğa arasında ister istemez hiyerarşik bir ilişki zemininin kabulüne yol açması eleştiri konusudur. İnsan dışındaki doğanın evrimini bilinçsiz bir doğal gelişimin sonucu olarak görmek, son tahlilde insanın evrimini genel evrimin dışında tutarak insanın bilinçli edimini tanrısallaştırır.  
 
İnsan – doğa ilişkisi 
 
Oysa ki doğada her varlığın yaşam döngüsü kendi içinde bir bilince de işaret etmektedir. İnsanın kendini doğanın bir parçası, doğadaki evrimin bir halkası olarak konumlandırmaması, insan-doğa ilişkisindeki diyalektiğin yıkıcı temelde işlemesine yol açar. Birinci doğa ve ikinci doğayı birbirinden farklı doğalar olarak ele almak yerine, ikinci doğayı farklı bir doğa aşaması olarak tanımlayan Öcalan, “Toplum doğasının en önemli ayırt edici karakteristiği zihni kapasitesinin yüksekliği, esnekliği ve kendini inşa etme gücüne sahip olmasıdır. Şüphesiz Birinci Doğada da zihin, esneklik ve kendini inşa gücü vardır. Fakat toplum doğasına göre çok ağır, katı ve yavaş bir işleyişe sahiptir” der. İkinci doğa olarak toplum doğasını parçalara ayırarak yapı analizine tabi tutmak yerine, alt yapı, üst yapı gibi bölünmelere gitmeden farklılıklara duyarlı diyalektik bir bütün olarak teorikleştirmek büyük önem taşır. 
 
Toplumsal evrim ve organik evrim 
 
Bookchin her ne kadar ikinci doğanın zorunlu olarak yaratıcı ve evrimsel anlamda bütünüyle özbilinçli olmadığını söylese de toplumsal evrim ve organik evrim arasındaki farkı vurgulayarak toplumsal evrimin akılla olan bağına vurgu yapar. Burada bilinçlilik durumunu hem negatif hem pozitif yönde etkinleşebileceğini belirterek birinci doğa ve ikinci doğa arasındaki ilişkinin politikliğini de ortaya koymaktadır. Öcalan ise organik evrim ile toplumsal evrime ilişkin şunları ifade eder:  “Organik evrimin içinde temellenmesine rağmen toplumsal evrim organik evrimden çok farklıdır. Bilinçlilik, istenç, değişebilir konular ve ekonomik güçlerin ve tekniğin işleyişi organik dünyayı zenginleştirmek ya da onu yıkım noktasına taşımak için kullanılabilir. Bugün olduğu gibi korkunç nitelemeler özellikle de hiyerarşi, sınıflar, devlet ve özel mülkiyet ve ekonomik rakiplerini birbirlerinin pahasına büyümeye ya da telef olmaya zorlayan rekabetçi bir Pazar ekonomisi ikinci doğaya damgasını vurmaktadır.” 
 
Ekolojik toplumun inşası 
 
Hiyerarşi-sınıf-devlet gibi ekosistemi bozan öğelerin hem toplumsal doğanın hem birinci doğanın yaşam diyalektiğini baltalaması çok da öngörülemeyecek bir sonuç değil. Kanserli hücreler gibi kendi kendini çoğaltan ve sağlıklı hücrelere yaşam alanı bırakmayan bir müdahaleden bahsediyoruz. Öcalan’ın belirttiği gibi ancak bütüncül bir teorik yaklaşımla sermaye ve iktidar birikim aygıtlarının rolü açığa çıkartılıp etkisizleştirilebilir. Öcalan, böylesi bir teoriye şiddetle ihtiyaç olduğunu belirtirken “sayıların kalabalığına boğulmuş sosyolojik yöntemlerin gerçeği açığa çıkarmaktan ziyade perdelediğini önemle kavramak gerekir” demektedir. Bu teori, birinci doğa ile ikinci doğa arasındaki ilişkiyi etik bir zeminde yeniden kuracak ekolojik toplumun inşasına götürecek bir teoridir. 
 
Özgür doğa 
 
Ekolojik toplum, Bookchin’in üçüncü doğa ya da özgür doğa olarak tarif ettiği diyalektiğin vücut bulacağı zemindir. Dolayısıyla bir ütopyadan değil, geleceğini doğanın diyalektiğine pozitif temelde katılımda bulan toplumsal bir etikten ve sistemden bahsedilir. Öcalan, “Üçüncü Doğa yeni bir cennet veya ütopya vaadi değildir; doğalar üzerine bilinç gücü artan insanın kendi farkını koruyarak büyük uyuma yeniden katılım sağlamasıdır. Bu sadece bir özlem, amaç ve ütopyalar vaadi değil, güncel pratik anlamı olan iyi ve güzel yaşam sanatıdır” demektedir.  Birinci ve İkinci Doğa’nın üst bir aşamada yeniden gerçekleştirdikleri uyumu ifade eden özgür doğa/üçüncü doğa hem paradigmasal hem politik olarak köklü bir devrimi gerektirdiğini belirten Öcalan bu konuda aşağıdaki ifadeleri dile getirir: “Özellikle merkezî uygarlık sisteminin günümüzdeki aşaması olan kapitalist dünya-sisteminin, yani kapitalist modernitenin aşılması bunda belirleyici olacaktır. Bunun için asgari düzeyde de olsa demokratik uygarlık inşalarının geliştirilmesi, daha ayırt edici hususlar olarak ekolojist ve feminist toplum karakterinde gelişme sağlanması, demokratik siyaset sanatının işlevselleşmesi ve demokratik sivil toplum inşaları başarıyla atılması gereken adımlardır.”
 
Bu şüphesiz bugünden yarın gerçekleşebilecek bir sentez değildir, oldukça uzun bir süreyi gerektirir. Dolayısıyla toplumsal ekoloji çerçevesiyle, toplumsal mekanizmaların farklılıklara duyarlı, demokratik ve eşitlikçi bir temelde oluşturulması ve işletilmesi ekolojik krize yapısal bir çözüm anlamına gelir. Tabi bu uzun süreli çözüm perspektifinin yanı sıra krize bugünden müdahale edecek politikalar geliştirmek hayati bir sorumluluk arz ediyor. Birinci doğa ile ikinci doğa arasındaki diyalektik ilişkinin özgür doğaya evrilmesi, ahengi bozan bilgi yapılanmaları ve sistemlerin çözümlenmesini ve sistem dışı alternatif paradigmaları yaşamsallaştırmayı gerektirir. 
 
Ekoloji sorununun kaynağı: Tahakküm ilişkileri 
 
Bütün bu ekolleri ele aldığımızda görüyoruz ki ekolojik sorun kendiliğinden oluşan bir sorun değildir. Evrimin kendi diyalektiğini bozan etkenler söz konusudur. Ekofeministlerin ve toplumsal ekolojistlerin haklı bir şekilde işaret ettikleri gibi ekolojik sorunun kaynağında tahakküm ilişkileri yatmaktadır.
 
* Yazının Devamı “Ekolojik Toplumun İnşasında Kadının Rolü ve Jineolojî” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır. 
 
* Bu yazı, Jineolojî Dergisinin “Ekolojik Yaşam” dosya konulu 19. sayısından kısaltılarak alınmıştır.